• DOLAR 32.482
  • EURO 34.71
  • ALTIN 2405.165
  • ...

Güzün son yaprakları kışın kıyılarına aheste aheste vurmaya başlamış iken, Türkiye Müslümanları olarak büyük bir şair ve mütefekkir olan Sezai Karakoç üstadımızı kaybetmenin hüznünü hissediyor, bu derin teessürün ayak seslerini kalplerimizin yalnız kalmış köşelerinde duyuyoruz.

Salı günü itibariyle üstadımızın dünya sürgünü nihayete erdi. Hızır ile yoldaş olup, dünya gurbetinden ebedi yurda döndü. Asude bahar ülkesine bu fani dünyadan hicret etti, en sevgiliye kavuştu!

Şehzadebaşı Camii’nde kıldığımız cenaze namazında binlerce seveni onu son yolculuğuna tekbir ve salavat-ı şerifeler ile uğurladık.

Sezai Karakoç, fikir ve edebiyat dünyamızın hiç şüphesiz en önemli yapı taşlarından biriydi. Zamanın ruhunu tanıyan ve fakat çağın bütün sistematik dayatmalarını da reddeden Müslüman bir fikir işçisiydi.

Sezai Karakoç, İslami yalnızlığın temsilcisiydi. Dünyevi bir yaşamı kendisine yakıştırmayan, kalabalıkların efsunlu sözlerine aldanmayan, şahsına münhasır duruşu ile hakikati maslahata feda etmeyen, şartların eğip bükemediği ender bir şahsiyetti.

Ruh damarları kopmuş, medeniyeti çökmüş, zihinleri ve kalpleri işgal altında olan bir topluma dirilişi muştulamak, hakikat şehrini göstermek için yazdı, yaşadı ve ruhunu da Rahman’a aynı istikamet üzere teslim eyledi. Bizler çoğu zaman sahip olduğumuz değerlerin kıymet ve önemini kaybedince kavrıyoruz. Üstad hayatta iken çok konuşulmayan, kişisel bir tercih olarak medyada çok görünmeyi sevmeyen fakat çok istifade edilen bir mütefekkir idi. Bu anlamda tarz-ı hayatının da fikir ve şiirleri kadar dikkate değer olduğunu söylemek mümkündür. Başkalarının bir ömür peşinden koştuğu şöhret ve dünyevi ikbal endişesine asla sahip olmadı. Dünyanın rengine kanmadı, bu tür şeyleri her zaman elinin tersiyle itmiş; Müslümanın yaşamındaki asıl meselenin bunlar olmadığını pratiğiyle gösterdi.

Üstad; postmodern dedikodular zincirine rapt edilmiş, rengini ve anlamını yitirmiş, metafiziğini yitirmiş, pozitivist ve materyalist bir dünyanın kıyamet eşiğinde bizi Hızır ile tanıştırdı.

“Hızırla Kırk Saat” adlı şiir kitabını okurken kitap ile ilgili olarak şu notu almıştım:

“Sezai Karakoç’un poetik biçim ve muhteviyatı bir Kur’an-ı Kerim tefsirinden müteşekkildir.”

Bu anlamda üstadın birçok şiirinin ana fikrinde incelikle işlenmiş Kur’an-ı Kerim’in bir ayet-i kerimesine veyahut Efendimiz Muhammed Mustafa (sav)’in bir hadis-i şerifine rastlayabiliriz. Hatta bu şiirsel tutumu nedeniyle ikinci yeni akımıyla arasına belirgin bir çizgi çekildiği kanaati herkesin malumudur. Nitekim üstad, ikinci yeninin dini referans alan kavram ve kelimelere karşı filtrelenmiş anlayışını reddederek kendi duruşunu kendisi belirlemiştir.

Üstad, tefrika ve art niyetler karşısında Müslüman halkların vahdetini savunan, Müslümanları tek bir millet olarak gören ve her zaman ümmetin diriliş ve direnişinin, mücadele ve mücahedesinin önem ve büyüklüğünden bahsetti.

En zor zamanlarda, ümidimizi yitirmek üzere olduğumuz anlarda bir ses çıkar ve şu dizelerle kalplerimizi teskin ederdi;

“Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır

Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır

Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır

Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır

Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır

Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır

Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır

Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır…”

Müslümanların fikir ve medeniyetinin, sanat ve estetiğinin dünyaya bir şey söyleyebilmesi için kendisine yabancılaşan bir anlayışla değil; önce kendisini ve sonra dünyayı tanıyarak, vahiyden beslenen bir diriliş neslinin gelecek perspektifi ile mümkün olabileceği fikrini yazdığı eserler ile anlattı, 88 yaşında ebedi aleme irtihal ederken bizlere çok kıymetli bir miras bıraktı.

Rahmet olsun üstadın o muazzez ruhuna!