• DOLAR 34.598
  • EURO 36.612
  • ALTIN 2930.241
  • ...

Arap Baharı öncesinde dünyada kriz ve kaosların habercisi olan hareketlenmeler oldu. İslam Dünyası’nda da hareketlenmelerin ötesinde çalkalanmalar, şiddetli depremler oldu.
Bir anda milyonlar ayağa kalktı. Küresel emperyalizmin özellikle İslam Coğrafyasındaki 50-100 yıllık hesaplar altüst oldu, sahte ilahların tahtı sallandı, yerli işbirlikçilerin kurulu düzenleri yıkıldı veya yıkıcı hasarlar aldı. Tunus’ta Zeynelabidin bin Ali, Mısır’da Hüsnü Mübareklerin iktidarları yıkıldı. Tunus’ta NAHDA, Mısırda İhvan iktidara geldi. Diğer Müslüman ülkelerde de kukla rejimler sekeratta, yıkılacakları günün derdine düşmüşlerdi ama sular durulmuyordu.
Her şey bir anda oluştu. Şer cephesi, Yerlilere karşı alan kaybediyordu ama alanı devralan Yerliler; askeri, istihbarat, siyasi yönden hazırlıksızdı. İslami siyasi, silahlı cephe ve cenahların ayrılıkları, hantal ve amatör davranışları; Siyonist-Emperyalist istihbaratların kadim tecrübe ve desteklerini zaten hep almakta olan seküler karşı cenaha yeniden toparlanma hatta karşı hücuma geçme fırsatı veriyordu…
Derken “Kral öldü, yaşasın yeni kral” devri başladı.
Yeni Krallar, hem eskinin devamıydı hem de eskiye rahmet okutuyorlardı. Yüz binler, milyonlar canının derdine düştü. Aylan Kurdî’in şahsında binlerce ceset nehir, göl, deniz sahillerine vurdu.
Bu ölümler caydırıcılığın aksine yeni göçlerin fitilini ateşliyordu… Çünkü göçlerin ülkesinde savaş cepheleri vardı. Bu cepheler, savaşacak asker arardı. Giden pişman, gitmeyen pişman; ortada kalan pişman, bîtaraf olan pişman, taraf olan pişman! Dost belli değil, herkes düşman!
Bunlar göç, göçmen ve muhacir için birinci sebep ancak ikinci ve en az bunlar kadar önemli bir sebep daha vardı: Müflis yönetimlerin getirdiği açlık, sefalet, cehalet ve tefrika… İkinci ve asıl göç dalgasını ateşleyen de buydu.
Birinci Göç dalgasının sebebi İÇ SAVAŞ, ikincisinin sebebi de “AÇLIK SEFALET!” birincisinde, yüz binler, ikincisinden dolayı da milyonlar, anayurtlarını terk etti. Hepsinin bir ortak paydası da vardı: Müslüman halklar kendi rejimlerinden kaçıyorlardı.
Müslüman ülkelerdeki bu savrulma asrın savrulmasıydı.
Savrulma büyük ve derin. Her yaş, meşrep, meslek, cins ve karakterde milyonlar ülkelerini terk ediyor. İnsanlar sorunlardan, sefaletten kaçıyor ama gittikleri yerlere de sorun ve sefaleti beraber taşıyor. Kendi ülkesinde ciddi sorunların sebebi olan milyonlar göç ediyor. Anlatmaya çalıştığımız asıl sorun da bu.
Türkiye, bu savrulmanın tam merkezinde.
Muhacirler değil, göçmenler başlığını bilerek kullandım. Muhacir; din ve değerlerini yaşamak, yurdunda Hakk’ı hâkim kılmak için başka diyara -geçici- giden kişi ve topluluklardır. Mülteci; daha iyi maddi imkânlara kavuşmak için başka diyarlara giden kişi ve topluluklardır. Yani muhacirin daha çok manevi, göçmenin daha çok maddi kaygıları vardır.
Buna göre Türkiye’ye gelenlerin kahir ekseriyeti göçmen, BM deyimiyle sığınmacı. Her birinin dini, ekonomik, sosyal, siyasi, emniyet ve asayiş açısından getirdiği sorunlar vardır. Bu durumda kabullerin bir ölçüye göre olması zorunlu.
Türkiye’nin artık bu konuda ciddi tedbirler alması şart. Çünkü gelen mülteciler; bulundukları toplumun en sorunlu, en az üretken en başına buyruk kesimidir.
Bu yüzden kimi illerde, kimi semtler yabancılara kapatıldı. 2022’de 1200 mahalle/semt yabancı iskânına kapatılırken, 2023’te 1600 mahalle kapatıldı. Esenyurt, Kilis, Antep illerinde yerli ve yabancı çekişmelerine hatta daha ileri sıkıntılarına şahit olduk.
Türkiye’de; malum İslami hukuk değil, laik Batılı hukuk uygulanıyor. Hem AB’nin tedbirlerini alamıyoruz, hem o yasalara göre Batı’ya hesap verdiğimizi bilmek zorundayız.
AB; ekonomisiyle, istihbarat ve oturmuş devlet sistemiyle gelenleri değiştirip dönüştürecek çarklara pekala sahiptir. Buna rağmen tedbirin de ötesinde temkinli davranıyor. Bizler; hem o yasalara göre kendimizi bağlamışız hem de Şark Kurnazlığıyla bildiğimiz yanlışlara devam ediyoruz.
Açıkça itiraf etmemiz lazım; Lozan’a kadar Cumhuriyetin iki kurucu unsuru olan kadim iki kardeş millet olan Türk ev Kürtlerin beraber anılmasının dahi sorun olduğu Türkiye; yakın gelecekte kendi kültür, değer ve yanlışlarıyla gelen ve en olumlu değişime karşı dahi direnen diğer artılara ne cevap verecek ne tedbir alacak; istikrar ve asayişi nasıl sağlayacak?
Külfetten kurtulmak isteyen muhalefetin çıkış arayışları, oy hesapları tabi ki önemli; nimeti sürdürmek isteyen iktidar için bu daha da önemli ancak bir de hakikat var. Bin yıllık, üstelik ayrımcılık değil birlik ve beraberlik, istikrar ve asayişin, kardeşliğin adresi olagelmiş kadim Kürt ve Kürdistan meselesinin çözümünü dahi “akla, Hakk’a ve tarihe inat” ilkelerde arayan Türkiye Cumhuriyeti sorun çözebilecek birikime sahiptir ama yetmez. Kendisini yanlışlarıyla dayatan milyonlarca göçmen kardeşimize, yanlışa devam dememek için kabul ve izah edilebilir makul çözümler bulmalıdır wesselam.