• DOLAR 32.45
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, reform denebilecek yeniliklerden bahsetti.

Söyledikleri; eğitim kurumlarına kalite, eğitimciye değer katacak; öğrenciye bilgi, birikim ve beceriler katacak cinsten kararlardır. Bunca tahribat ve yıkıma uğramış, bocalayan bir eğitim sisteminde sayın bakanın işi hiç de kolay değil ama imkânsız hiç değildir.

Vira Bismillah!

Kamuoyu sayın bakanın zaten arkasında. Sayın Bakan; birikimi, kimliği ve mazisiyle kamuoyu desteğini hak ediyor ancak yetmez. Sayın Cumhurbaşkanının, bakanın yanında durması şart.

Sayın Tekin’in dedikleri özetle şunlar:

Açık liseye nakil süreçlerini zorlaştırarak, eğitim verdiğini iddia eden yapılarla mücadele edeceğiz. Devamsızlıkla ilgili çocuklarımız af ya da benzeri beklenti içerisinde olmasınlar. Sınıf tekrarı gelecek. Öğretmen yetiştirme süreci.. çözmek istediğim en temel problemlerden.. Tepeden tırnağa revize etmek istiyoruz. Sürecin içinde öğretmen arkadaşlarımızın özlük haklarının iyileştirilmesinden, Öğretmen Yetiştirme Stratejisi’nden, öğretmenin sosyal statüsü ve itibarına kadar almak istediğimiz tedbirler var” 

Ayrıca; “üniversiteye hazırlık için açık liseye geçilmesi; deprem bölgesinde eğitim öğretim dönemine hazırlık; özel okul ücretlerinin sınırlandırılması; özel okullardaki servis ve yemek ücretlerinde fahiş zamlar..” gibi hakikaten kritik konulara değindi.

Bunların tümü olmasa da birçoğuna, nice bakan değindi ama söylenenler sözde kaldı. Bu kez işin sakası yok. Eğitim sistemimiz, gerçekten geleceğimizi tehdit ediyor. Öyle bir tehdit ki tanımsız, acımasız ve sessiz.

İşte yaşadığım bir olay: Kız İmam Hatip lisesinde ders anlatıyorum. Çoğu eğitimciye boyun eğdirmiş bir öğrencim; eşarbını sağa sola sallayarak sınıfı turluyor. Rastgele gülüp konuşuyor, sakız patlatarak sınıfı terorize ediyor. “Kızım yapma, kul hakkı, ayet, hadis…” diye uyardığımda da “Hocaam, sen de adam gibi otur oturduğun yerde, konuşmaa…” diyor. Bu, yazabildiklerim. Rehberlik odasında özel görüşüyorum ama nafile. Rehberlik, idare… çaresiz belki de yetersiz(!) Beter olaylar ve beteri yaşamış arkadaşların sayısı hayli kabarık.

Sonuç; Kademe ilerlemesi durdurma cezası ve öğretmen arkadaşlarımın; “Hocam demedik mi? Sen mi kurtaracaksın bu vatanı..” sözleri ve öğrencinin sorgulanamaz iktidarı! Yıl 2016, Cezayı veren müfettiş beyin(!) de FETO’dan hapse girdiğini ayrıca belirtmeliyim ama!

AB uyum süreçlerinin dayatmaları; sorumsuzca uygulamalar, gaflet, din ve değer düşmanları ve “Sağdan Yanaşan Şeytanların” yaptıkları yüzünden bu tükenme noktasına geldik.

İstanbul Sözleşmesi dâhil birçok anlaşma, uyum süreci ve sözleşmeler Prof. unvanı olan iki hocamızın döneminde kabul edildi. Bir gurur abidesi olarak bizatihi kendilerince de kamuoyuna duyuruldu. MEB bakanı benim de yüksek lisans hocam Sayın Hüseyin Çelik ve Başbakan Ahmed Davudoğlu. Bizden biriydiler ama anlaşılan okumadan, tek mütalaa yapmadan, önlerine konulan evrakı imzalamış Bizim Çocuklar(!)

İstanbul Sözleşmesi zahiren kalktı ancak 6284 sayılı Şövalyesi hala yuva yıkıyor, can yakıyor.

Sayın bakanın; millilik ve değerler konusundaki duyarlılığını, birikim ve kararlılığını anlatan muteber çevreler hayli fazla. Dediklerinin tamamında haklı: Doğru tespit ve teşhislerdir.

Öğretmenin maddi ve manevi bakımdan kendi yitik kimlik ve kişiliğine, toplumdaki saygın konumuna kavuşturulması şart. Müfredatın, teferruatlardan arındırılarak, bilgi, beceri ve liyakate hizmet edecek bir içeriğe kavuşturulması zaruridir. Çok teferruat, nice gereksiz bilgiler var.

Öğretmen Yetiştirme Stratejisi, müfredat, disiplin ile ilgili tüzük ve yönetmelikler yeniden belirlenmelidir. Bütün bunlar yapılırken iş, mazideki yanlışlar tekrarlanmamalıdır. İş, yetkin kişi ve kurullarca gözden geçirilmeli, incelenmelidir.

Ekonomik ve siyasi durumu ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti; tarihi, stratejik konumu, halkı, kültür ve konuşulan dilleriyle doğal bölgesel aktördür. Mahalli siyasetle, asabiyet, ürettiği düşman ve düşmanlıklar üzerinden yönetilemeyecek kadar kadim medeniyetler üzerine meskûn büyük bir devlettir.

Bu devlet; yakın geçmişte yapıldığı gibi Batının dur dediği yerde duran, yürü dediği yerde yürüyen bir devlet olamaz!  Türkiye; yaşlı değil, genç bir halkın yaşadığı bir zemindir.

Gençlik; her uzvuyla, enerjisiyle delice ileriye yürüyen delikanlılardır.

Devlet kavramının şirketlere yenilmekte olduğu; dünyanın bir İşhanı’na döndüğü günümüzde, bu gençliği maneviyatla doldurup çağa hazırlıklı sevk ve idare edemeyen aile, toplum, topluluk, millet ve devletler; suç ve günahlardan beslenen Küresel Sermayenin malzemesi olacak biline!

Beka ve şifa adına yapacağımız şeyler vardır, yapalım! Gençler bilseydi, Yaşlılar da yapabilseydi demeden Wesselam!