• DOLAR 32.45
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...

10 Ağustos 1920’de tükenmiş, bitmiş bir Osmanlı ve dünya galipleri (İtilaf Devletleri) arasında imzalanan Sevr Anlaşması; 622 Medine’sinden yola çıkan... ve nihayet Osmanlı ile ileri harekâtına devam eden İslam dini, devlet ve milletinin yine Osmanlının şahsında teslim alındığı, karşı tarafın üstünlüğünün kabulü belgesidir.

İslam dünyası; Moğol İstilası ve Haçlı Seferleri döneminde de iktidar ve devlet düzenini çoğu zaman büyük oranda kaybetmişti ancak hiçbir zaman savunma yapamaz hale düşmemişti.

1920’lere gelen Osmanlı ise Gerilime Döneminden itibaren gemiyi kurtarma adıyla yaptığı çoğu hamlelerinde isabet edememiş, yanlışlarını tekrar etmiş, yanlış hamlelerine yeni yanlışlar eklemiştir.

Sevr; koca bir ümmeti temsil eden Osmanlı ile dünyanın hakimi sömürgeciler (İngiliz, Fransızlar..) arasında imzalandı ancak anlaşma şartları tek taraflı belirlenmiş, dayatılmıştır. Dayatılan bu maddeleri kabul etmeme gibi bir güç, bir irade de olmamıştır.

Sevr’de ne oldu?

Anlaşmanın her fıkrası tek taraflı istekler, her maddesi teslimiyet, her şartı icralık, her isteği korsanlık şakası…

Zaten “Fransızca, İngilizce ve İtalyancadır” dillerinde hazırlanan antlaşmada Osmanlı; diliyle de bitmiş bir devlettir.

 Buna rağmen Osmanlı, komada bile Çanakkale gibi bir zafer, Misak-ı Milli gibi bir senet bırakarak sahneden çekilmiştir. Bu yüzden şahsen, Sevr’i; Osmanlının bir anlaşması olarak değil, Osmanlıyı tasfiye etmek isteyen red ve inkârcı, şoven İttihat ve Terakki’nin icraatlarının bir hezimeti olarak görmeli derim.

Düşünsenize; İtilaf Devletleri, köşe başlarını tutmuş, Boğazların kontrolünü ele almış. İstanbul’a girmiş, meclisi basmış, sadrazam ve vekilleri tutuklamış; Anadolu’daki muhtemel diriliş ve direnişi örgütleyebilecek riskli kişileri Malta’ya sürmüş... Bu; işgalcilerin dahildeki yeni yapılanma için yaptıkları acil temizlik hareketi olmalıydı. Böylece kurulacak “yeni devlet, başkent, hükümet hatta milli kahramanı…” bir şekilde belirlenebilirdi(!)

Bu yönüyle Sevr, ölüm fermanıydı. Ölümün eşiğine gelen, sıtmaya razı olur. Lozan işte bu sıtmadır. Bu sıtma da Sevr’in bir salgını, bir devamıdır.

Sevr’i kabul eden irade, Lozan’ı da kabul eden iradedir. Osmanlının her icraatını aklamak suçtur ve Sevr, bir Osmanlı anlaşmasıdır ama o Osmanlı artık bir ölüydü. O mevta, her İslam Coğrafyasında aslında bugün de bir şekilde devam etmektedir.

24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması’yla; Osmanlı İmparatorluğu tamamen bitmiş; zihniyeti, yasa ve kültürüyle Batı’ya dönmüş yeni Türkiye Cumhuriyeti muhatap kabul edilmiştir.

İngilizlerin Lordlar Kamarası, Lozan’ı hilafetin lağvedildiği 1924’ün akabinde onaylamıştır. Kabul ettikleri bir antlaşmayı neden Ankara Hükümetinin dahilde kabul edeceği devrim niteliğindeki uygulamalardan sonra onayladılar? Mevzu, manidar ve araştırmaya değer.

Bu yönüyle bakıldığında “istikrar ve asayiş arayışları, ekonomi, dost ve düşmanları, yürüttükleri savaşları..” bile uzlaştıkları küresel güçlerle organize eden Suriye’nin Esed’i, Mısır’ın Sisi’si, Hicaz Şeyhliklerinin macerası pek tanıdık gelmiyor mu?

Anlaşılan; Türkiye Cumhuriyeti’nin meşruiyetinin onanması, görüşme masalarına eşit ortamlarda oturmak, muhatap alınmak ve eski (hilafet)’in devamı sayılmamak. gibi sonuçlar yeterli kabul edilmiştir.

Lozan, TBMM görüşmelerinde Üç Alilerin başı sayılan Kılıç Ali gibi cellatların red oyu verdiği TBMM görüşmelerinde 14 redde karşılık 213 oyla kabul edilmiştir. Lehte konuşanların pek az, aleyhte konuşanların ezici çoğunlukta olması ve yine de kabul edilmesi de manidardır.

Lozan’da Ege Adaları, 12 adalar, Musul-Kerkük, İskenderun, Kıbrıs, Batı Trakya’dan vazgeçilmiştir ki bunlar; Son Osmanlı Meclis-i Mebusanın vazgeçilmezleriydi. Savaştaki yenilgisi ve yaptığı yıkıma binaen Yunanistan’ın ödemesi gereken tazminattan da vazgeçilmiştir.

Borçlar, Montrö, Hatay… gibi meselelerde sunulan orta yola razı olduğumuz Lozan’ı savunanların en büyük kazanım dedikleri; anlaşılan “dünya ile entegre olma, görüşmelerde eşit kabul görme, laik, çağdaş Batılı bir devlet hissi..” gibi hala sancısı devam eden maceralardır ki; bunlarda da yüzyıldır her şey bulunur derde devadan başka wesselam!

NOT: Hür Dava Partisi'nin Adana İl Başkanlığı'ndaki 72 yaşındaki mecnunun(!?) cinayetinde şehit olan İl sekreteri Sacit Pişgin kardeşimin şehadeti makbul olsun! Ailesinin ve camiamızın başı sağ olsun! İl Başkanı Muhterem Salih Demir’e acil şifalar diliyorum. Cinayet, manidardır; lanetliyoruz! Geç gelen adalet, adalet değildir. Adalet acilen tecelli etmeli!

Zalimler için yaşasın cehennem… Mirin Pîrûz e! Şehîd namirin!