• DOLAR 34.532
  • EURO 36.476
  • ALTIN 2962.928
  • ...

Şeyh Said Kıyamı halifeliğin kaldırılmasına yönelik, içinde Kürtlerin milli haklarının endişesini de barındıran bir hareketti. Mustafa Kemal ve İsmet İnönü büyük bir sorun ile karşı karşıya kaldıklarını biliyorlardı. 

Aslında kıyam başladığında Türkiye’nin Başbakanı Ali Fethi Okyar’dı. Sıkıyönetimin ilan edilmesi ve buna paralel bazı kanuni düzenlemelerin yapılmasını yeterli görüyordu. Kısacası sert tedbirlerden yana değildi. 

İsmet İnönü ise şiddet yanlısı idi. İnönü, Meclis’te Başbakan’ı bu hususta pasif kalmakla suçladı. Ali Fethi Okyar istifa etti. Başbakanlığa İsmet İnönü getirildi.

İnönü ayağının tozu ile hemen Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkarttı. Tabiri caizse yayın yasağı getirildi. Yapılacak her şey gizlilik ilkesi gözetilerek yapılacaktı. Ayrıca Kanun’un işletilmesi için iki adet İstiklal Mahkemesi kurulacaktı. İnönü hatıralarında tedbirleri şu şekilde özetler: “Hükümet programında ifade etmek istediğimiz tedbir iki noktada hülasa edilebilir; Seferberlik ilan edeceğiz ve bir Takrir-i Sükûn Kanunu çıkaracağız. Takrir-i Sükûn Kanununu işletebilmek için iki İstiklal Mahkemesi kuracağız. Biri şarkta çalışacak, birinin merkezi Ankara olacak.” (İsmet İnönü, Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara) 

Okuyucularımıza İstiklal Mahkemelerinin ne iş gördüğünü anlatmaya gerek yok. Fransız Devrimindeki İhtilal Mahkemelerinden esinlenerek kurulan bu mahkemeler, verdiği idam ve infazlarla adını duyuracaktır. Nitekim Şeyh Said ve arkadaşlarından oluşan 47 kişi, Diyarbakır Dağkapı Meydanında idam edildiler. 

Doğu’da yaşayanlar olayın sadece 47 kişinin idamı ile bitmediğini çok iyi biliyorlar. Sadece size bir olaydan bahsedeyim. Siz bu olayı bütün bölgeye yayabilirsiniz. Midyat, İdil, Dargeçit üçgeninde etkin olan Hevêrka aşiret federasyonu, mahalli endişelere sahip ve bu yüzden merkeziyetçi adımlara muhalifti. Kıyamda Şeyh Said yanlısı bir tutum izlemişlerdi. 

Aşiret Konfederasyonunun etkili ismi Haco, kıyama destek amaçlı olarak yola çıkar ama yolda Şeyh Said’in idam edildiğini duyar. “Ben Devlete destek olmak için yola çıkmıştım” deyip geri döner. Ama Devlet gerçek amacından haberdardır. Bu yüzden İdil ve çevresindeki Konfederasyona bağlı bazı köyleri yakma kararı verir. 

Vicdan ehli subaylar emrin ifasını geciktirirler. Bu arada köylüler Suriye’ye kaçarlar. Suriye’de Haco ve aşireti, Tirbespi diye bir köy inşa ederler. Devlet bir süre sonra af çıkarttığını beyan eder. Suriye’deki İdil köylüleri geri dönerler. İdil’e bağlı Alakamış’ta ikamet eden bir Şeyh’ten dolayı köyün manevi atmosferine sığınırlar. Ama Devletin güvenlik kuvvetleri, 1926’da Alakamış’a baskın düzenler. Erkek ve kadınları ayrı ayrı avlulara toplarlar. Üzerlerine odun, çalı, çırpı, tezek ve Kürtçe ismi harnuf olan bir yanıcı madde atarlar. Bütün insanları ateşe verirler. 

Kaç kişinin öldüğü tam bilinmiyor. Ama Meclise verilen bir araştırma önergesinde 1224 kişinin öldürüldüğünden bahsedilir. Konuyu araştırmak isteyenler, Prof. Dr. Neşe Özgen’in “Vatanın Çerçevesi Olarak Sınırlar: Haco Ağa ve Alakamış Katliamı Örneği” isimli akademik çalışmasına başvurabilirler.

Aslında benim amacım uygulanan şiddetin dozu ile ilgili bilgi vermekti. Bütün bu olaylardan sonra bir ağacı köküne yakın kesmek gibi bir durum ile karşı karşıya kaldık. Artık Kürt sorunu uzun bir süre gündeme gelmedi. Hele ki Nakşibendi veya diğer İslamcı kesimler konuya sahip çıkamadılar. Çünkü sütten ağızları yanmıştı. 

Oluşan boşluğu solcular doldurup Kürt sorununa sahip çıktılar. Hatta tekellerine aldılar, diyebiliriz. Fakat bu solcu grupların hepsinin ortak yanı İslami kesime düşmanlıktı. İslamcılara karşı uyguladıkları şiddetin dozu oranında Batı tarafından destek ve gülücük aldılar. 

Yıldönümlerini yaşadığımız Yasin ve arkadaşlarının katledildiği 6-8 Ekim olayları ile Filistin’deki katliamı bu bakış açısıyla okumamız gerekiyor.