BENİMLE DE HELALLEŞECEKLER Mİ?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme isteğini önemsiyorum. Neden diye soracak olursanız; çünkü diye başlayıp şu iki şeyi söyleyeceğim.
Bir; insani bir durum veya tavır olduğu için. Çünkü hata yapan veya bir kişinin hakkına-hukukuna tecavüz edenin, bundan nedametle helallik istemesi insani bir tavırdır. İki; rejimi sanık sandalyesine oturttuğu için. Okuyucularım hatırlayacaklardır, geçen hafta bu köşede konu ile ilgili “Ayağa Kalk Sanık” başlıklı bir yazı yazmış ve Cumhuriyet dönemi laiklerinin uygulamalarını sanık sandalyesine oturtmuştum.
Cumhuriyetin kuruluşu sonrası iktidarda geçirdikleri tek partili veya daha sonra seçimle iş başına gelerek çok partili dönemlerde, bu halka yaşattıkları acılar nedeniyle helalleşmek istemeleri konusu, bizzat beni de ilgilendirmektedir.
Efendim, 28 Şubat sonrasında, Bülent Ecevit’in Başbakanlığı döneminde gözaltına alındım. Neler mi yaşadım? Buyurun okuyalım:
Beni evimden alır almaz hemen gözlerimi bağladılar. Sonra birkaç kişi ile birlikte bir arabaya bindirildik. 2 saatlik bir yolculuktan sonra Emniyet binasına götürüldük. Polisin biri bağırıyordu: “Burası farklı bir dünya. Geldiğiniz dünyaya benzemez.” Karnımı şöyle dokunarak; “Sen bir önceki dünyada ne iş yapıyordun?”
Bir polis memuru koluma girdi. Sorgu odası veya işkence yeri diyebileceğimiz bir yere getirdiler. Varır varmaz polisin biri yüzüme şiddetli bir tokat attı. Herhalde beni ortama alıştırmak istiyorlardı.
Sonra adımı soyadımı sordular. Biraz kendimden bahsetmemi istediler. Sıra kendilerince irticai faaliyetler ile ilgili sorulara gelince, ben bilmiyorum diye kısa kestirme cevaplar veriyordum. Onlardan biri soyunmamı istedi. Anladım işkence seansı başlayacak.
Yavaş yavaş soyundum. Üzerimde sadece külot kaldı. Onu da çıkar diye bağırdı bir diğeri. Neyse isteksizce külotumu da çıkardım. Üzerimde bez namına sadece göz bağı kaldı. Ancak elimle avret yerimi örtmeye çalışıyordum. Biri elindeki değnekle ellerime vurup; “Ellerini yana sal” diye bağırdı. Ellerimi yana saldım.
Bana konuş diyorlardı. Kimlerle sohbet yapıyorsunuz. Sohbetlerde ne konuşuyorsunuz. Sorular yoğunlaşınca; “Bu böyle olmaz” deyip biri koluma girdi. Bir süre yürüttükten sonra zemini ıslak bir yere geldik. Anladım ki üstüme soğuk su sıkacaklar. Çünkü geldiğimiz yer tuvalet veya banyo gibi bir yerdi.
Derin nefes aldım. Allah’a sığındım. Dua ediyordum. Birden vücudumu bir titreme aldı. Çünkü polisin biri elinde hortum ile üzerime soğuk su fışkırtıyordu. Nefesim kesilecek gibi oldu. Gayri ihtiyari olarak bağırdım. Bir süre bekleştiler. Konuşup konuşmayacağımı sordu biri. Ben de “ne konuşacağımı bilmiyorum” dedim. Tekrar su döktüler üzerime. Soğuk su bıçak gibi keskindi. Sanki cildim yarılıyormuş gibi bir hisse kapılıyordum.
Sonra birden “Ameliyatlıyım” diye bağırdım. Durdular. “Nerenden” diye sordu biri. “Fıtık ameliyatı oldum” dedim. Geldiler kasığımı incelediler. Ameliyatlı olduğumu gördüler. Gel deyip koluma girdiler. Bir süre kurulanmam için beklediler. Sonra giyinmemi istediler. Giyindikten sonra bir polis koluma girip, beni kaldığım hücreye götürdü.
Hücrede biraz dinlendim. Namaz kıldım. Aradan bir gün geçti. Tekrar çağrıldım. Göz bağımı düzelttim. Demir kapı açıldı. Ayaklarım istemeye istemeye adım atıyordu. Yine o sorgu odasındayız. “Düşündün mü?” dedi biri bana. “Düşündüm” dedim. “Konuşacak mısın?” diye sordu. “Ne diyeceğimi bilmiyorum” dedim. “Ben normal bir Müslümanım” diye ekledim.
Elindeki çakmak olduğu anlaşılan biri bana yaklaştı: “Bak oğlum, bu çuvalın içinde bir ceset var. Eğer konuşmazsan bu cesedi sana yazarız. Ömür billah cezaevinde kalırsın. Onun için aklını başına devşir.” dedi. Göz bağımı hafif çözüp, çuvala bakmamı istedi. Orada, içinde ne olduğunu bilmediğim, dolu ve kanlı bir çuval duruyordu. Ben ise “Bütün bildiklerimi söyledim. Başkaca bir şey bilmiyorum” dedim.
“Sen laftan anlamazsın. Soyun bakalım” dedi biri. Artık alışkanlık olmuştu. Hemencecik soyundum. Utanma duygusunu da yitiriyor insan. Allah bilir kaç kişinin arasında çırılçıplak durmama rağmen utanmıyordum. Hâlbuki normal bir zaman olsa yüzüm kızarır bozarırdı.
Yere uzan dediler. Uzandım. Ayaklarımı havaya kaldırdılar. Tabanlarıma vurmaya başladılar. Acı çektiğimde dişlerimi sıkardım. Yine öyle yaptım. Bir süre sonra tabanlarım hissizleşmeye başladı. Sonra ayağa kaldırıp, bir leğen dolusu suyun içinde dans ettirdiler. Suyun dibinde bir toz bulunuyordu. Meğerse o toz ayağın şişmesini engelliyor ve dayak yememiş bir hale getiriyordu.
Tekrar yat ve tekrar falaka. Artık dayanamaz hale gelmiştim. Midem altüst oluyordu. Zor bela konuşup; “Kusacağım” dedim. Durdular. Ayağa kaldırıp derin nefes aldırdılar. Ayaklarımı o tozlu suya koydular. Biraz rahatladım. Giyin dediler. Giyindikten sonra biri beni tekrar hücreme götürdü.
Bu böylece günlerce devam etti.
Ne dersiniz? Benimle de helalleşmeleri gerekmiyor mu?