Mart’ın Sekizi
İnsanoğlunun en büyük handikaplarından biri, Yaratıcının işine karışıp; “Ey Tanrım, sen gökyüzüne bak, güneşi, ayı idare et, ben yeryüzünü idare ederim” demesidir.
Oysa insanoğlu kıt bir bilgiye sahiptir ve bu güne kadar uyguladıklarını hep deneme yanılma yoluyla yapmıştır. Tabi deneme yanılma yöntemini uygularken, yanıldığında heba olan insanların bizzat kendisi olmuştur.
Allah en güzel şekilde güneşi, ayı, yıldızları, uzayı, yağmuru, suyu, bitkileri, hayvanları ve dahi insanları yaratmıştır. O’nun bu yaratılış sanatına bir itirazımız olmuyor. Ama iş gelip, bizlerin sosyal alanına dayandığında, oraya Allah’a müdahale etme hakkı tanımıyoruz.
Aynı durum kadına yönelik sosyal teşhis ve tavırlarımızda da böyledir. Allah kadını ve erkeği nasıl yarattığını biliyor. Onun için sosyal hayatta ikisine farklı farklı görevler vermiş durumdadır. Ancak biz işe karışıp, erkeğin işini kadına, kadının işini erkeğe veriyoruz. Böylece yaratılışımıza uygun olmayan durumlarla karşı karşıya kalıyoruz.
Hele hele Batı’nın bu hususlarda sicili epeyce kabarıktır. Bizzat kendisinin sebep olduğu vahim hatalardan sonra ilan ettiği günlerle günah çıkarmakta ve timsah gözyaşları dökerek hepimizi kandırmayı başarmaktadır. Kadınlara çokça değer verdiğini iddia eden Batı, bakalım 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü hangi olay üzerine ilan etmiş.
Batılılar, kadınlarını yıllarca imalathanelerde sabun üretmek için çalıştırmışlar. Bu kadınlar fabrikalarda konserve, kibrit, kumaş veya çivi üretmişler. Onlara fizikleri ile uyuşmayan, narinlikleri ile tezat işler yaptırmışlar. Sonra bu kadınlardan tekstil sektöründe çalışanlar, daha iyi çalışma koşulları için New York’ta gösteri yapmış. Bu barbarlar, onlardan bir kısmını fabrikaya kapatıp yakmışlar. 8 Mart 1857’de 129 kadın yanarak can vermiş. Bu nedenle 8 Mart, “Kadınlar Günü” olarak kabul edilmiş.
İşte Osmanlı’nın son demi ile Cumhuriyet yılları boyunca, biz bu barbarları taklit etmeye çalışıp, onlar gibi kadınlarımızı sokağa saldık. Ne oldu biliyor musunuz? Narin yapılarıyla tezat işlerde çalışmak zorunda kalan kadınlar, hayatın getirdiği şartlar karşısında çok hem de çok yıprandılar.
Evde çocuk doğurup, ev işi yapmak durumunda kalan kadını, dışarda 8-10 saat mesaiye tabi tuttuk. İşe gitmek için çocuğunu bakıcılara veya kreşlere bırakmak zorunda kaldı. Çocuk, ebeveyni ile bakıcıları arasında kaldı. Farklı eğitimlerin zıtlıklarını daha küçük bir bebekken yaşamak zorunda kaldı.
Yine kadın işe gitmek için toplu taşıma araçlarına bindi. İşe varınca bütün gün çalıştı. Sekiz saat mesaiden sonra eve vardı. Sobayı yakmak zorundaydı ve yaktı. Akşam yemeğini alelacele yapmak durumundaydı ve yaptı. Ertesi yoğun gün için erken yatmak zorundaydı ve yattı. Ertesi sabah erken uyandı. Kahvaltı hazırlayıp, servise ya da minibüse yetişmek için evinden çıktı. Yoğun tempo hep böyle devam etti.
Yeni insanlık modern kadın dediği canlı türüne taşıyabileceği yükten daha fazlasını yükledi. Ayrıca cinsiyetini pazara çıkarıp pazarladı. Bu kadınlardan dükkânlara koyup erkeklere pazarlamanın yanında, reklamlarla cinsiyetini de iffetsizce kullandı. Üç sakız daha fazla satayım diye onu çarşı pazara arz etti.
Siz burada kadının yüceltilmesi gibi ulvi bir amaç görüyor musunuz? Sabahtan akşama kadar fabrika köşelerinde, yapılarına ters işlerde çalıştırılan ve günün sonunda bu kez ev işine mahkûm ettiğimiz kadınlar...
İslam’ın kadını ise kibrit, sabun vesaireden önce nesil üretir. Anne olur, şefkat ile toplumun bireylerini yetiştirir. Dışarıya çıkmasın, eve kapansın demiyoruz ama dışarıda el âlemin sofrasına da meze olmasın.
Siz sokakların öyle güvenilir olduğunu mu sanıyorsunuz? Eğer öyle olsa bunca işlenen kadın cinayetleri neyin nesi oluyor?