• DOLAR 34.312
  • EURO 37.22
  • ALTIN 3018.549
  • ...

"Kudüs nasıl kurtarılır?" diye de sorulabilir?

Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim:

siyonizmin aşağı yukarı iki yüz yıldır bünyemize bulaştırdığı hastalıklardan kurtulmaya çalışarak,

Yine aynı güç ve işbirlikçileri tarafından aramıza ekilen fitne tohumlarının kökünü kazımaya çalışarak bunu başarabiliriz.

Bu hastalıkların en başında "Kavmiyetçilik" gelir.

Bir kavmin diğerlerine göre üstün olduğu esasına dayanan bu fikrin bütün telif hakları siyonizme aittir.

Kavmiyetçilik yaparak Kudüs'e sahip çıkılmaz.

Bu milleti kavmiyetçilikten uzak tutmaya çalışmak, siyonizme karşı meydanlara çağırmaktan çok daha evladır.

Zira bu topraklarda kavmiyet fikrinin neşvünema bulmasını sağlayan kişilerin tamamı siyonizmin kontrolündedir.

Türk Milliyetçiliği adına ateşli çalışmalar yapan ilk kadrolara bakıldığında bu husus ayan beyan ortaya çıkacaktır.

Arapçılık adına Mişel Eflak adlı Arap Hıristiyan'ın İslam coğrafyasına zerk ettiği zehrin bölgeyi nasıl bir felakete sürüklediğine hep beraber şahit oluyoruz.

Son tahlilde geç kalınmış bir Kürtçülüğü, Kürt halkı arasında yaymaya çalışan güçlerin bununla neyi hedefledikleri ve neler yaptıkları hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak kadar açıktır.

Kavmini sevmek, Allah'ın yarattığına razı olmak ve bir kavme yapılan haksızlıklara karşı çıkmak hususlarının bu mülahazaların tamamen dışında olduğunu hatırlatmayı bile gereksiz görüyorum.

Mezhepçilik veya mezhep karşıtlığı hastalığının da en aklı başında bünyeleri nasıl sabote ve irrite ettiğine şahitlik etmekteyiz.

Vahdet imkanı ortaya çıktığında bile bahane bulma mekanizmasının doğrudan veya dolaylı olarak nasıl etkin bir şekilde kullanılabildiğini üzülerek müşahede ediyoruz.

Şunu çok net olarak söyleyelim:
Kimi İslam ülkelerinin veya gruplarının birbirlerinin siyasal hata ve yanlışlarını mezhep parantezine almaları ve bunun üzerinden ciddi ihtilaflara düşmeleri, siyonist terör rejimini Mescid-i Aksa'yı abluka altına alma cüretkarlığına sevk eden en önemli etkenlerden biridir.

siyonizmi besleyen bir diğer hastalık olan Batıcılık adına son dönemlerde ülkemizde bir sorgulamanın içine girilmiş olması önemlidir.

Ancak Batı'nın bize dayattığı siyasal, sosyal, kültürel veya askeri form ve formatların içinde kalma ısrarı, pratikte hiçbir karşılığı bulunmayan beyhude bir çabadan ibarettir.

Batıcılık ve laikçilik dayatmaları ile gerçek anlamda bir hesaplaşma, alternatif anlamdaki yerli tasarımlarımızın hayata geçirilmesi ile mümkün olacaktır.

Böyle bir icraat, Kudüs ve Mescid-i Aksa özelinde palyatif olmaktan öte, gerçekçi ve caydırıcı sonuçları bulunan etkin bir siyasi anlayışın hakim olmasını netice verecektir.

Bu bağlamda dünkü AK Parti meclis grup toplantısında Sayın Cumhurbaşkanı'nın "Kudüs'e sahip çıkmak bir imkân değil, iman meselesidir!" sözü elbette çok kıymetlidir.

Ancak bundan da etkili olan ve siyonizme darbe vuracak olan şey, etnik ve mezhepsel temelde ortaya çıkarılan fitneleri fark ederek siyonizmin "Müslümanlarla Müslümanların Savaşı" stratejisini boşa çıkarmaktır.

Türkiye başta olmak üzere, siyonist işgalci rejimle anlaşması bulunan İslam ülkelerinin siyonistin saldırılarını gerekçe göstererek anlaşmalarını iptal etmeleri, siyonizme vurulacak sarsıcı darbelerden biri olacaktır.

Uluslararası hukuku ve anlaşmaları tanımadığını açıkça dile getiren insanlık düşmanı siyonizmin ve temsilcilerinin sözden, barıştan, telkin veya tavsiyelerden anlayacaklarını zannetmek, çok büyük bir yanılgı olacaktır!