• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...
SON DAKİKA
27 Şubat 2015 tarihinde bu köşede yayımlanan makalemizin başlığı bu idi.
 
Yaşanan gelişmeler, aynı başlığı bir kez daha atmamızı gerektirdi.
 
İlgili makalede aynen şöyle söylüyoruz:
 
“S.Huntington`un “Medeniyetler Çatışması” veya M. Thatcher`ın “Yeni Bolşevizm, İslamizm`dir” tezleri, makro ve mikro ölçekte yaşanan küresel-yerel gelişmeleri anlayabilmemizi sağlayacak iki önemli köşe taşıdır.
 
ABD`nin Irak`ı işgalinden bir yıl kadar önce İngiltere`nin eski başbakanı “Demir Lady” lakaplı Margareth Thatcher`ın “Guardin”da önemli bir makalesi yayımlandı.
 
Buna göre “Doğu Bloku”nun çökmesiyle sona eren “Soğuk Savaş” sonrası NATO, hedefine İslam`ı koymalı ve ABD, bu kapsamda Irak`ı mutlaka işgal etmeliydi.
 
Takip eden süreçte Bush`un “Neo-Con”lara yakın duruşu da göz önüne alındığında bu her iki tezin ABD dış politikasını şekillendirdiğini söyleyebiliriz.
 
Tam da bu süreçte İran ve Türkiye`nin de içinde bulunduğu en az yedi İslam ülkesinin işgal edilerek parçalanacağına dair Pentagon-CIA kaynaklı haberlerin de bir şekilde basına sızdığını hatırlatalım.
 
Son tahlilde yaşanan işgaller, bu şeytani planın tıkır tıkır işletildiğini açıkça gözler önüne sermektedir.
 
Afganistan, Irak, Sudan, Yemen, Libya, Mısır ve Suriye`de yaşanan gelişmeler de fazla söze hacet bırakmayacak türden.
 
Son dönemdeki hesapların neredeyse tamamı, listede favori olarak yer tuttuğuna inandığım iki ülke üzerine yapılıyor: Türkiye ve İran.
 
Küresel oyun kurucu güç, Ortadoğu ile ilgili projesini gerçekleştirirken askeri seçeneğin yanı sıra tahrip gücü daha yüksek “etnik ve mezhepsel farklılıkları” kaşımayı temel politika edinmiştir…” şeklinde devam ediyoruz.
 
Son günlerdeki Katar`a yönelik şeytanlaştırma ve Katar`ı izole etme planları da Türkiye ve İran`dan bağımsız değil.
 
Zira Katar, gayr-ı resmi olarak Türkiye`deki “Varlık Fonu”nun en büyük finansörü.
 
Katar`a yönelik küresel-işbirlikçi operasyon, aynı zamanda Türkiye`ye yönelik ekonomik çökertmenin de bir parçası ve belki de en büyük ayağı.
 
Türkiye ile Katar arasındaki enerji başta olmak üzere her alandaki antlaşmalar meseleyi özetler niteliktedir.
 
İran`a diğer Arap ülkelerinden daha farklı yaklaşım sergileyen Katar, İran`la yaşanacak bir savaşa da sıcak bakmıyor.
 
İran ise Katar üzerinden diğer Arap ülkeleri ve özellikle Körfez İş birliği Konseyi üyesi ülkelerle ilişkilerini geliştirme niyetinde.
 
Bunlara ilaveten siyonist terör rejiminin büyük planını gerçekleştirmek istediğini ve bunun önünde engel olarak devlet bazında Türkiye ve İran`ın yanı sıra örgüt olarak da Hizbullah`la birlikte HAMAS ve
İhvan-ı Müslimin`i gördüğünü biliyoruz.
 
Ramazan`dan sonra başlaması kuvvetle muhtemel Gazze`ye yönelik büyük operasyonun hedefi, Gazze halkını ve HAMAS`ı Gazze`den söküp atmak ve hemen yanı başındaki Mısır toprağı Sina Yarımadası`na sürmek.
 
Gazze ayağında bu plana engel HAMAS ise, Mısır ayağında İhvan var.
 
Katar`a yönelik nefretin sebeplerinden biri de bu; zira Katar her iki örgüte de kendi topraklarında alan açmış durumda.
 
Türkiye`nin Kato Dağı`na yönelik geniş çaplı operasyonunda ele geçirilen ağır silahların menşei, düşen askeri helikopter, Alman Dışişleri Bakanı`nın randevusunun Sn. Başbakan tarafından iptali,
 
Almanya`nın İncirlik`ten çekilme kararı, İran`a yönelik saldırılar vs.
 
Bütün bunlar, Riyad`da ‘Şeytan Küresi`ne el basan efendi ve kölelerinin planlarından bağımsız değil.
 
Yazımızı iki yıl önceki makalemizin sonuç kısmı ile bitirelim:
 
“…Dört yıl önce olaylar başladığında Suriye`de devrim beklentisi içinde olanlara Suriye`nin devrimden ziyade fitneye daha yakın olduğunu söylerken de ortaya çıkan şu dehşetli manzarayı kast etmiştik.
 
Müslüman ülkelerin kendi ajandaları doğrultusunda hareket etmedikleri taktirde, küresel oyun kurucu güçlerin ajandalarına göre konumlanmalarının kaçınılmaz olduğunu söylemiştik.
 
Bugün aynı noktadayız ve aynı şeyleri söylüyoruz. Çünkü biz gerek devletler, gerekse de gruplar, cemaatler ya da cemiyetler arası münasebetlerde çıkarların değil, ilkelerin hâkim olması gerektiğini belirten bir anlayışa sahibiz.
 
Hedefteki iki ülke, hedef belirleyen iki ülke haline gelmek istiyorsa, yaşanan bunca savrulmaya rağmen soğukkanlılıkla bu anlayışı egemen kılmak zorundadır.”