Şehr-i Nuh: Şırnak!
Kaç gündür Şırnak'ta idim.
Parti teşkilatımız tarafından düzenlenen program ve etkinliklere katıldım.
Sokağa çıkma yasağının rekor düzeyde uzunca bir süre uygulandığı Şırnak...
Dile kolay, tam 244 gün.
Şehri, açık hava hapishanesine dönüştüren olağanüstü bir uygulama.
Tahammül sınırlarını aşan ve sağlam bir bünyeyi dahi illetli hale getiren hak mahrumiyetinin diğer adı.
Sokağa çıkma yasağı kaldırılmış evet ama maalesef sokak kalmamış.
Özellikle "Eski Şırnak" diye tabir edilen kadim şehrin yerinde yeller esiyor.
İsmet Paşa, Cumhuriyet, Bahçelievler, Aydınlıkevler, Yeni ve Dicle mahallelerinde nerede ise yıkılmadık ev kalmamış.
Bir şehrin sosyal, kültürel ve fiziki silueti ile beraber tarihsel hafızası da yok olmuş.
İnşaat çalışmaları başlamış ama halkın ifadesi ile kaplumbağa hızında ilerliyor.
Şehrin yetkililerinin görüştüğüm çok değişik kesimlerin ortak şikâyeti ile "umursamazlıkları" ise cabası.
Çatışma, kan, kin ve kaos üreten siyasetler halkı canından bezdirmiş.
Şairin yirmi-yirmi beş yıl önce dile getirdiği, "İki zulmün arasında, iki ateş ortasında" dizelerine haklılık kazandıran bol miktarda manzara...
Sorunun özüne inmeyen, meseleyi salt silahla halledebileceğini düşünen ve tersinden birbirini besleyen yaklaşım ve politikalar sadra şifa olamamış.
Ateşin üzerine serpilen benzin gibi ateşi daha da alevlendirmiş, şiddetlendirmiş.
Ağır bir yıkım, savaştan kalma görüntüler, insani trajedi ve travmalar yaşatmış, kaderi savaşla yoğrulmuş bu kadim topraklarda.
PKK'nin halkı ateşe atan çukur, barikat siyaseti; halkı devletin yanında yer almaya ve devletin hiçbir operasyonuna ses çıkarmamaya sevk etmiş.
Şırnak'ta sokağa çıkma yasağının ilan edildiği ilk üç ayda yaşananların özeti bu sanırım.
Ancak dördüncü aydan sonra gerek yereldeki idari kadroların ve gerekse de 17-25 Aralık sonrası Şırnak'a sürgün edilen kolluk görevlilerinin umursamaz tavırları ve keyfi uygulamaları o meşhur hakikate tekrar kapı aralamış:
"Halkın PKK'ye desteği, PKK'nin doğrularından değil, devletin yanlışlarından kaynaklanmaktadır."
Bölge genelinde kan kaybı yaşayan PKK siyasetinin halk nezdinde özellikle hayır oyları üzerinden çok daha fazla cezalandırılmamasının en önemli nedenlerinden biri de bu.
Cizreli bir dostun ifadesi ile halkı "zorûzér" (Güç ve altın) üzerinden tavır almaya zorlayan adı konulmamış bir zorlayıcı mekanizma var.
Bu mekanizma, son iki yüz yıldır küresel çapta uygulanan modernist projelerden de bağımsız değil.
Öz olarak dünyevileşme ile izah edilebilecek sürecin kurbanı maalesef bizatihi yine halkın kendisi oluyor.
PKK'nin örgütsel ve ideolojik çıkarları ile küresel emperyalizmin ajandasına uygun pratik sergilemeyi halkın her türlü çıkar ve maslahatının üzerinde tuttuğu tamamen açığa çıkmış durumdadır.
Devlet aklınınsa "beka" sorununu yanlış adreslerde arayıp hem iç hem dış güçlerin müdahalesine açık alanlar açan uygulama ve pratiği konusunda, burnundan kıl aldırmaya niyetinin olmadığı görülüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın partinin başına geçmesi ile kendi şahsında en üst düzeyde temsil ettiği devlete karşı halkın güvenliğini önceleyen bir siyaset anlayışını nazara veren bir dengeyi tutturması, bu denklemde hayati derecede önem arz ediyor.
Ümidim, beklentim ve Allah'tan dileğim Sn. Erdoğan'ın çatışma ve kaos üreten bu tekçi ve tek tipçi sisteme artık bir "One minute" çekmesi.
Rabbim beni yanıltmasın inşaallah!