Dil ve din yasakları!
Önce Sayın Erdoğan ile Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar'ın Mescid-i Nebevi`de yan yana aynı safta namaz kıldıklarına dair görüntüler…
Hemen ardından silahlı kuvvetlerde başörütüsü yasağını kaldıran düzenleme.
Bunlar son derece olumlu ve önemli gelişmelerdir.
Askeri vesayet ve katı-laik bürokratik oligarşinin geriletilerek milletin değerlerinin görünür hale gelmesi açısından son derece önemli adımlardır bunlar.
Eşinin tesettüre uyan kıyafeti ve İslami kimliği gerekçe gösterilerek 28 Şubat'ta ordudan atılan bir subayın o karanlık döneme dair şu gözlem ve tespitleri bugünü doğru okuma bakımından oldukça önem arz etmektedir:
"...Hiçbir subay- astsubay- askeri öğrenci korkmadan camii ya da mescide gidemez, oruç tutamaz. Diğer dini vecibelerini yerine getiremez. Eşlerinin tesettürlü olmaya hakları yoktur. Askerî öğrenciler akademik kadrolardan ziyade, bu formattaki komuta kademelerinin kuşatması altındadır.
Eşi başörtülü general göremezsiniz. Babasının sakalını kestiren generaller vardır. Öyle bir korku imparatorluğu kurulmuştur ki generaller bile sistemin kırmızı çizgilerinin dışında görünmekten korkmaktadırlar.
Namaz, oruç, tesettür alay ve yasak konusu iken; içki içmemek, dans etmemek ayıptır. Personel (öğrenciler bile) içki, kadın, eğlenceye yönlendirilir.
Yukarıdaki yapı, bir kısım generallerin değil askeri bürokrasinin resmî görüşüdür. Sağduyulu kimi personel olsa da onların özgül ağırlığı yoktur.
"Peygamber Ocağı" dense bile -ki generaller şiddetle bu tanımlamaya karşı çıkarlar- Batılı değerlerin ideolojik fikirlerini, insana ve yaratıcıya bakışını içselleştirmiş ve buna uygun hayat tarzını benimsemiş bir orduya peygamber ocağı nasıl denilebilir?
Çok karanlık dönemlerden geçtik.
YAŞ kararları, kamuda ve üniversitelerde başörtüsü yasağı, başörtülü eşi olan cumhurbaşkanı adayı, laiklik karşıtlığının odağı olduğu gerekçesiyle iktidar partisine kapatılma davası açılması, generallerin organize ettiği cumhuriyet mitingleri gibi...
Dönemin genelkurmay başkanı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan`ın bizzat yüzüne karşı, 'Eşi başörtülü cumhurbaşkanı adayı gösterirseniz, Güneydoğu`dan başınıza tabut yağdırırım.' diyebilmiştir..."
Bunlar öteden beri bu ülkede toplumsal barışı dinamitleyen ve sosyal huzurun kaybolmasına sebebiyet veren ilkel, anlamsız yasaklardı.
Türkiye'nin bunlardan kurtulması ve normalleşmesi bu memlekette yaşayan herkesi sevindirdiği gibi kuşkusuz bizleri de sevindirmekte ve bu sürece olumlu anlamda katkı sunmamıza vesile olmaktadır.
Zira, bu zulüm dolu uygulamalardan en çok nasibini alan bir camia olarak bu sürece bigane kalmamız düşünülemez.
İyilik ve takva konusunda yardımlaşmayı, kötülük ve zulümde ise yardımlaşmamayı esas alan bir muhalefet anlayışına sahip partimizin bu olumlu adımlara destek vermemesi, kendi kendisi ile çelişme anlamına gelir.
Sadece bu alanda değil, normalleşme adımlarının her alanda atılması gerekir.
Tekçi ve tektipçi sistemin üzerine oturduğu iki ana yasak var:
"Dil ve din yasakları."
Bu her iki yasaktan kurtuldukça ülke rahata erecek ve kendi içerisinde toplumsal barışını temin edecektir.
"Kürtler aslında Türktür, Kürtçe Türkçe'nin bir lehçesidir." şeklindeki ideolojik faşizan yaklaşımlar bu ülkeye çok ağır bedeller ödetti ve ödetmeye devam ediyor.
Cenab-ı Allah'ın ayetlerinden biri olarak işaret ettiği bir dilin yok sayılmasının kendisinin bizatihi çatışmaların kaynağı olduğu artık görülmeli ve başörtüsü konusunda atılan son derece olumlu adımlar dil yasakları konusunda da atılmalı.
Başta vatandaşlık tanımı ve anadilde eğitim olmak üzere yasakçı anlayışların sona erdirilmesi, bu ülke için bir beka veya bölünme sorunu değil, tam tersine bir birleştirme ve güçlendirme vesilesidir.
Evet, bu ülke kendi göbeğini kendi kesmeli, dil ve din yasaklarından kurtulmalıdır.
Bu yasakların kaldırılması noktasında atılacak olan her adımı değerli bulur ve hiçbir siyasi hesabın içerisine girmeden destekleriz.