• DOLAR 34.605
  • EURO 36.286
  • ALTIN 2931.352
  • ...

Geçtiğimiz Cuma, “Batı ve biz” başlıklı makalemizde son üç yüz-dört yüz yıllık süreçte Osmanlı`nın her alandaki üstünlüğünü Batı'ya kaptırdığını ve Osmanlı'nın şahsında İslam Dünyası`nın kendine olan güven duygusunu kaybettiğini ifade etmiştik.

Cumhuriyet`i kuran kadrolar, Batı'nın tüm değerlerine teslim olmuş Osmanlı`nın son dönem askerî kadrolarıdır.

Tanzimat`la başlayan eksen kayması sürecinde Osmanlı aydın ve bürokratları ile Cumhuriyeti kuran kadrolar, geri kalma nedenimizin İslâm'dan kaynaklandığında hemfikirdirler.

Kemalizm, geçmişe dair bütün izleri silebilmek ve aziz İslâm'ı hayatın her alanından sökebilmek için tepeden inmeci baskılar ve şiddet dolu yöntemlerle sözüm ona devrimler gerçekleştiriyordu.

Hilâfeti kaldırıp alfabeyi ve kılık kıyafeti değiştirerek aziz İslâm`ı Kanun-u Esasi`den  çıkarıyor ve laik devlet yapılanmasının gölgesinde seküler bir eğitim seferberliği başlatıyordu.

Toplumu, rejimin tekçi ve tektipçi anlayışı doğrultusunda yeniden dizayn etme adına 1924, 1961 ve 1982`de silahın ve korku imparatorluğunun gölgesinde yeni anayasalar hazırlıyordu.

Şimdilerde ısrarla gözden kaçırılmaya çalışılan 28 Şubat 1997 askeri darbesi ile bir millet(Millet-i İslam) topyekûn saldırılarla bütün bütün yok edilmek isteniyor; Batı Çalışma Grubu ile ülkede fişlenmedik insan bırakmayıp fiili olarak MGK Genel Sekreteri`ne Başbakanlık yaptırılıyordu.

Askerî vesayet, sıkıyönetim, darbeler, halkın inanç ve değerlerine yönelik amansız düşmanlık; farklı inanç ve etnik yapıdaki gruplara mensup insanları ulus devlet kalıbına dökme operasyonları, “ikiyüzlü kimlik grupları”nın oluşması ile neticelenmiştir.

Ülke insanının teslim olabileceği ve her türlü aidiyetini onun gölgesinde korkmadan, emniyet ve huzur içinde, adaletle yaşayabileceği ana dinamik din-i İslam zayıflatılmış; birbirine yabancı, liberal bireyci, günübirlik yaşayan ve sosyo-kültürel çözülmeyi iliklerine kadar hisseden bir toplum yapısı oluşturulmuştu.

Kemalist, laik kadrolar üzerinden yürütülen sivil ve askeri hamleler boşa çıkınca kırk yıldır yedekte tutulan ve gizemli bir elin her alanda önünü açtığı Müslüman görünümlü Siyonist Hıristiyanlığın güdümündeki FETÖ devreye alındı.

Din simsarı, sahtekâr bir şarlatanın liderliğindeki Truva Atı örgüt, 7 Şubat 2012`de düğmeye basarak 15 Temmuz`la neticelenen süreci başlatmış oldu. Ancak bu şeytani hamle(ler) Allah'ın lütfu ve inayeti, Müslüman milletin fedakârlık ve samimiyeti ile püskürtüldü.

Askeri vesayet temsilcileri, aklımızla dalga geçerek ve hafızalarımızla adeta alay ederek püskürtme operasyonunu sahiplenseler de tankların karşısına çıkan Müslüman Anadolu çocukları, askeri vesayetin yalan ve masallarla örülü minnet ve başa kakma operasyonlarına da son veriyordu.

Evet, halkın askeri vesayete hiçbir minneti kalmamıştır artık. Çünkü Müslüman halk dört yüz yıl önce kaybettiği yitiğini 15 Temmuz`da bulma fırsatını yakalamıştır. Görevini yapmış ve bundan sonraki sorumluluğu halk adına siyaset yapan sivil iradeye bırakmıştır.

Döneceğimiz eksen bellidir: Kaynağını “vahiy”den alan ve insanın özne kılındığı “Merhamet Medeniyeti"

Fazla söze gerek yok; emperyalizmi ve işbirlikçi uşaklarını bu topraklardan ebediyen söküp atmak için, siyaset de, ticaret de, marifet de yepyeni bir anayasa çerçevesinde bu doğrultuda şekillenmelidir.

Ayet-i celile son derece açık: "Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir."(İbrahim-7)