• DOLAR 34.563
  • EURO 36.299
  • ALTIN 2909.539
  • ...

80`li yılların sonlarına doğru idi.

İlçemizde yeni açılan Milli Gençlik Vakfı`nda video-kaset dinlemek adeta moda haline gelmişti.

Bunların birinde rahmetli Erbakan hocayı dinliyorduk.

O zamanki adıyla Avrupa Ortak Pazarı olan AB`nin Türkiye`ye ve İslam Âlemi`ne yönelik çifte standartlarını anlatıyordu.

Bir an durdu ve “Ben ne desem boş, bakın size bir karikatür göstereyim. O her şeyi gayet güzel özetliyor.” dedi.

Merhum Hoca`nın gösterdiği karikatür çok ama çok manidardı gerçekten.

Bir “domuz topluluğu” belirsiz bir mekanda otluyor ve aralarına girmeye çalışan bir “koyuna” engel olmaya çalışıyorlardı..

“Teşbihte hata olmaz” derler.

Vaziyeti bundan daha iyi anlatan bir kompozisyon olamaz herhalde.

Domuzların bir koyunu kendi aralarına almaları, hele hele kendi yemlerine ortak etmeleri mümkün olmayacak bir şeydir.

Esasen Avrupa Birliği felsefesi de temel olarak şu üç hususa dayanmaktadır:

Roma uygarlık mirası, Antik Yunan felsefesi ve Hıristiyanlık ortak değerleri.

Türkiye`nin hangi özelliği bu esaslardan biri ile uyumludur ki Türkiye`yi yemlerine yani kazançlarına ortak yapsınlar?

Bu hakikat bilinmesine rağmen 60 yıllık muhataplık niye?

Bu sorunun cevabına geçmeden önce şu hususlara değinmekte fayda var:

Avrupa ülkeleri açısından “birlik” fikri kabul edelim ki tam bir başarı öyküsüdür.

Engizisyon mahkemeleri, yüzyıl savaşları, mezhep savaşları, ırkçılık belası, Hitler ve Mussolini faşizmi ve en son 2. Dünya Savaşı.

Öldürülen 60 milyon insan, harap edilmiş şehirler, telafisi çok zor insani trajediler...

Evet, birbirlerini yok etmeye odaklanmış bir nefretin birliğe dönüşmesi, gerçekten üzerinde düşünmeye ve durulmaya değer bir husustur.

Ticaret, siyaset ve hukuk alanında kurulan; Sovyetlerin dağılmasından sonra Doğu Bloku ülkelerini de bünyesine alarak genişleyen bu birlikten insanlık mirası adına alınması gereken çok şey var.

Ancak Avrupa`nın aynı başarıyı birlik başvurusunda bulunan Türkiye ve Bosna Hersek gibi Müslüman ülkelere karşı da gösterdiklerini söylemek mümkün değildir.

Bu konuda bir doku uyuşmazlığının yaşandığı gözle görülür bir gerçeklik.

Esasen Avrupa`da yükselen yabancı düşmanlığı, Müslümanlara ve Müslümanların mabetlerine yönelik ırkçı saldırılar, İslamofobia, PEGİDA tarzı örgütlenmeler vs.

Bunların hiçbirinin Avrupa ülkelerinin istihbaratlarından bağımsız olduğu düşünülemez.

Klasik bir “Kendine Demokrat” vakası veya “Doğu-Batı ayrımı” gerçeği…

Mültecilere yönelik yaklaşımlar, “benim teröristim” ayrımcılığı, daha önceki başörtüsü kararları ve meşhur Leyla Şahin yargı faciası...

Evet, buna rağmen neden 60 yıllık karşılıklı oyalamalar, sonuçsuz diyalog ve müzakere süreçleri?

Avrupa açısından durum şu:

Gençliğini hedonizm ve nihilizme kaptırmış Batı, evliliklerin neredeyse yok olması karşısında, işgücü ve beyin gücü açısından, ciddi bir demografik sekteye uğramış durumda. Buna ABD ve RUSYA da dâhildir.

Yeni nesiller oluşmayınca Kıta Avrupası yaşlandıkça yaşlanıyor.

İşte Avrupa`yı Türkiye gibi Müslüman bir ülke ile ikiyüzlülük bağlamında kontrollü müzakerelere oturtan ana saik, bu ihtiyaçtır.

Yani hem “işgücü” hem de “beyin gücü” ihtiyacını tedarik.

Türkiye açısından ise, serbest seçimlerin yaşandığı tarihten bu yana sol partilerin birkaç yıllık iktidar ve hükümet ortaklığını hariç tutarsak, halkın Müslüman oldukları gerekçesi ile iktidara taşıdığı partileri, “devletin İç Statükosunun şerrinden korunma” saikidir.

 

Gelinen aşamada Avrupa, kontrollü de olsa özellikle son dönemlerdeki mülteci akını ile birlikte bir istilaya uğradığını ve her türlü tedbire rağmen Müslümanlar karşısında aciz kaldığını düşünüyor.

Türkiye ise,

1-15 Temmuz sonrası iç statükonun ciddi anlamda dumura uğraması,

2-Batılı değerlerin darbe destekçiliğine toslaması,

3-Dış politikada alternatifleri ve çeşitliliği artırma gayesi ile Asya-Pasifik eksenine yaklaşarak elini güçlendirmesi,

4-Darbe sonrası Avrupa`nın FETÖ ve PKK`yı açıktan sahiplenerek gerçek yüzünü göstermesi,

gibi hususlar üzerinden AB ile köprüleri atmaya adeta bahane arıyor.

Bu durumda ikiyüzlü davranmanın da artık bir gerekçesi kalmıyor.

Zoraki bir nikâha dayalı akrabalık olmuyorsa şayet, iyi birer komşu olmak her iki kesim için de en makul ve en dürüst olanı.