• DOLAR 34.563
  • EURO 36.299
  • ALTIN 2909.539
  • ...

12 Eylül 1980.

"Bizim yapmak istediklerimizi onlar yapacak!" diyen Lord Curzon'un bir kez daha haklı çıktığı dönemlerden biri.

İngilizlerin "onlar", kuzenleri Amerikalılarınsa "Bizim çocuklar" dediği ekibin işbaşı yaptığı zaman dilimi.

O dönem Irak, Suriye ve Mısır'da da benzer darbeler yaşanıyor, Afganistan ise Sovyet Rusya'nın işgaline uğruyordu.

İran'da ise "İslam İnkılabı" olmuş, Ortadoğu denilen İslam Coğrafyası'nda ABD karşıtlığı üzerine ciddi ciddi tezler yazılmaya başlanmıştı.

İran Devrimi ile yükselen İslami dalganın artçı şoklarından endişelenen ABD, bir taraftan "Ilımlı İslam"

projesi ile FETÖ tipi yapılanmaları palazlandırırken, diğer yandan da Kürtleri sekülerize edecek projeleri hayata geçirmeye hazırlanıyordu.

Bir halkı değerlerinden uzaklaştırmak için başlattığı Lozan menşeli "Türk  projesi" umut vadedince aynı projeyi "Kürt" mahallesinde de uygulamaya karar verdi.

Etno-seküler, biraz Marksist, biraz da Stalinist bir proje olarak ortaya çıkarılan Kemalizmin Kürt versiyonu Apoizm, kısa süre içinde sol rakiplerinin tamamına fark atarak öne geçti.

Önce sol ideolojilere mensup örgütleri ortadan kaldırarak Sovyet Rusya öncülüğündeki Varşova Paktı'nın etki alanını kırdı, sonra da İslami camialara yöneldi.

Sol örgütler karşısında adeta zafer kazanan silahlı örgüt, İslami camialar karşısında hiç ummadığı bir direnişle karşılaştı.

Bu direniş, örgüte adı konulmamış bir yenilgi tattırdı.

Bu gelişme, sonuçları itibarı ile sadece sosyal alanla sınırlı kalmadı; siyasal alanda da kendisini gösterdi.

İslami değerleri ön plana çıkararak siyaset yapan Refah Partisi, 94 yerel seçimlerinde nerede ise bölgenin tamamında belediyeleri ele geçirdi.

Bölgenin ve özelde de Kürt halkının sekülerleşmesi yani dininden ve değerlerinden uzaklaşması için ciddi projeler hazırlayıp devasa bütçeler ayıran güç odaklarının rahatsız olması da gecikmedi elbet.

NATO Gladyosu denilen silahlı-silahsız; siyah-beyaz ne kadar kuvvet varsa harekete geçirildi.

28 Şubat'a giden süreçte "İrtica" dedikleri aziz İslam "Öncelikli tehdit" haline getirildi.

Dindar insanlara yönelik tam anlamıyla bir "cadı avı" ve "Kara propaganda" başlatıldı.

Sincan'da tankların yürütülmesi ve iktidar ortağı Refah Partisi'nin istifa ettirilmesi ile süreç nihayete erdirildi.

Bu dönemde irticayı birinci tehdit olarak gören devlet anlayışı, bölge özelinde dindar insanlara karşı çok daha acımasız ve kuralsız bir mücadeleye girişti.

Kürt halkını sekülerize edecek devasa projeleri akamete uğratmanın bedeli dindar insanlara ödetildi.

Proje o kadar büyüktü ki yıllar sonra ABD, NATO üyesi ve müttefiği Türkiye'yi karşısına alma, hatta ipleri koparma pahasına bu projenin Suriye ayağını oluşturan PYD'den asla vazgeçmeyecekti.

Bu uğurda kolay kolay yapmadığı bir şeyi yapıyor ve PYD'nin etki alanındaki bazı yerlere bayrağını asarak antiemperyalist(!) çocuklarını korumaya alıyordu.

Adını açıkça koymak gerekirse, "ABD destekli 28 Şubat Darbesi" bölge özelinde "PKK'nin önünü açma, dindar camiaların da önünü kapatma" projesi idi.

Nitekim 99 seçimlerinde projenin siyaset ayağını oluşturan parti, bölgenin önemli orandaki belediyelerini elde ederek bir müddet akim kalan sekülerleştirme faaliyetlerine kaldığı yerden devam etti.

Üstelik belediyelerin bütün imkanları kullanılarak.

Zaman zaman yol kazaları yaşansa da proje tıkır tıkır işliyordu.

Projenin aksamasına sebebiyet verecek dindar camialar, proje sahibi patronun bazen "Ilımlı-kültürel Müslüman" çocukları, bazen de "Marksist, Stalinist" ve en önemlisi de "antiemperyalist(!) diğer çocukları aracılığıyla hizaya getirilmeye çalışılıyordu.

Biri polis-savcı-uygun hakim kumpasıyla, diğeri ise silah aracılığı ile kendisine verilen görevi yerine getiriyordu.

Dindar camianın çok ağır bedeller ödeyerek öğrendiği kirli ve karanlık ittifakların boyutlarını iktidar da dahil olmak üzere Türkiye kamuoyu ancak 15 Temmuz'da öğreniyordu.

Her türlü baskı, sindirme ve korkutmaya rağmen dindar camia da boş durmuyor, halkın DNA'sına uygun etkinliklere devam ediyordu.

Kürdistan'ın farklı coğrafyalarında düzenlenen etkinliklere yüzbinlerce insan iştirak ediyor, "Peygamber Sevdası" etrafında kenetlenen Kürt halkının yükselttiği "Tevhid Bayrağı"; Washington, Londra, Tel Aviv baronlarının uykularını kaçırıyordu.

Bu durum, zıt gibi görünen; ama aynı patrona hizmet eden kuvvetlerin harekete geçmesini geciktirmedi.

Patronun silahsız kuvvetleri amansız operasyonlarla "sindirme" faaliyetine girişirken, silahlı kuvvetleri de "yok etme" odaklı saldırılarına başlamıştı.

Dernekler kapatılmış, "hasta ziyaretleri, aşevi kurma" gibi komik gerekçelerle insanlar örgüt üyeliği suçlaması ile cezaevlerine atılmıştı.

Bununla da kalınmamış, Londra merkezli küresel güç odaklarının desteğinde "Hadi Kürt sorununu çözelim!" kampanyası ile hükümet proje örgüte bölgeyi bilinçli veya bilinçsiz teslim etmişti.

"Çözüm süreci" adı verilen bu kabus dolu günlerde "proje örgüt", anormal derecedeki hormonal bir büyümeyle güç zehirlenmesi yaşıyor, şehirleri ele geçirerek muhaliflerine hayat hakkı tanımıyor ve hayatı onlar için tam anlamıyla cehenneme çeviriyordu.

Karakollara şikayete giden halk, "HDP ilçe başkanlıklarına" yönlendiriliyordu.

Bu akıl tutulmalarını elindeki imkanları kullanarak Türkiye kamuoyu ve özellile de İslami entelijansiya ile paylaşan HÜDA PAR yetkilileri, bizzat devrin Başbakanı tarafından "ayakbağı" olmakla, başdanışmanı tarafından da "Acılardan siyasi rant devşirmek"le suçlanıyordu.

Diğer yandan Suriye'de tam da 1982 "Sion Protokolü"ne uyan gelişmeler yaşanıyor, birden bire ortaya çıkan güya radikal İslamcı bir örgüt, bir anda dünyanın gündemine oturuyordu.

Proje sahipleri her şeyi en ince ayrıntılarına kadar hesap etmişlerdi.

İhaleyi verdikleri taşeronları üzerinden Kürt coğrafyasındaki "Medeniyet Tasavvuru"na sahip bütün İslami camiaları "DEAŞ" denilen bu kriminal örgütle irtibatlandırıyor, medya destekli algı operasyonları üzerinden müthiş bir kara propaganda yaptırıyordu.

Aylar süren algı operasyonları ve kara propagandanın uygun bir kıvama geldiğini görünce de düğmeye basılıyordu.

Gerisi malum...

Bir halkın evlatları arasına atılan ve  asırlar boyu sürecek bir kin ve düşmanlık...

Tarihin eşine çok az rastladığı bir vahşet ve barbarlık...

Tefessüh etmemiş hiçbir vicdanın görmezden gelemeyeceği ve umursayamayacağı bir masumiyet karinesi:

Yasin ve arkadaşları...

Yaşları küçük; ama velayet makamları büyük aziz gençler...

Meşiet-i İlahiye'nin hikmetleri karşısında idrakler aciz kalıyor bazen.

Hesapların üzerinde bir hesap ve kaderin üzerinde bir kader...

Ebu Bekir'ler "Alay-ı İlliyin'e, Ebu Cehiller "Esfel-i Safiline..."

Mültezem'de edilen "ana duası"nın sırrı...

İmhal edip ihmal etmeyenin koyduğu kanun.

Ve mazlumca bir ah!

Tahttan düşen şah!