Gannuşi`de söylem ve eylem değişikliği: Stratejik mi, gerçeklik mi?
Raşid El-Gannuşi...
75 yaşında.
Tunus-NAHDA hareketinin kurucusu.
İslam Dünyası`nda siyasi müktesebatın oluşmasına katkı sunan önemli bir münevver-mütefekkir.
Kahire`de ve Şam`da iyi bir eğitim aldı
1980`den 2011`e kadar İngiltere`de sürgünde kaldı.
Elbette zulme karşı duruşundan dolayı.
2011`de Tunus diktatörü Zeynel Abidin Bin Ali`nin “Yasemin” adı verilen devrimle devrilmesinden sonra ülkesine geri döndü.
Kurucusu olduğu partinin başına geçti ve aktif siyasete başladı.
Basına yansıyan kimi beyanat ve yaklaşımlarından dolayı zaman zaman dünya kamuoyunun gündemine geldi/geliyor.
Özellikle İslami çevrelerden çok ciddi tepkiler alıyor.
Bu tepkilerin bir kısmı takdir, diğerleri ise tekdir şeklinde.
Dile getirdiği hususlar, İhvan`dan Cemaat-i İslami`ye, Hizbullah`tan AK Parti`ye, HÜDA PAR`dan Komala İslami`ye tüm İslami-siyasi hareketleri yakından ilgilendiren konulardır.
Tunus, laikçi faşist cuntaların yönetime el koyması yönüyle Türkiye`yi andıran birçok özelliğe sahiptir.
Ayrışan veya katmanlaşan ideolojik yapıların kışkırtılması ile iç karışıklığa rahatça sürüklenebilecek bir sosyolojiye sahip.
Gannuşi`nin NAHDA`sı 2011 seçimlerinde birinci parti çıkmasına rağmen, tek başına iktidarı değil, koalisyon hükümeti kurmayı tercih etti.
Ondan da ötesi, hakkı olmasına rağmen cumhurbaşkanının başka partiden seçilmesine izin verdi.
NAHDA adına başbakanlık koltuğunda oturan Genel Sekreter Hammadi El-Cibali, ilk protesto gösterileri karşısında istifa etti.
NAHDA`nın bu politikaları karşısında hem dünyadaki İslami hareketlerden hem de oylarına sahip çıkılmadığını düşünen NAHDA tabanından ciddi tepkiler, eleştiriler oldu.
Hatta NAHDA`da bir miktar taban kayması yaşandığını dahi söyleyebiliriz.
Bu gelişmelerin ardından Tunus`taki katı laikçi NİDA partisi, 2014`te yapılan seçimlerde birinci parti oldu.
Bütün şiddetli eleştirilere ve “bindiği dalı kesme” ithamlarına rağmen, Gannuşi`nin bu çok riskli adımları atmasının ve tavizkar olarak nitelendirilen hareketlerde bulunmasının kendince çok önemli bir gerekçesi vardı:
“İç savaş çıkarmaya sebebiyet vermemek.”
Tunus`un çok yakın tarihinin özeti bu.
Dünyadaki İslam referanslı bütün siyasi hareketler, yaşanan küresel gelişmeleri de göz önünde bulundurarak Tunus özelinde şu soruların cevaplarını soğukkanlıca vermek zorundadır:
1-İktidar mı, iç savaş mı?
2-Riyasetten çekilme mi, yüz binlerce insanın ölümüne, şehirlerin harabına ve ülkesinin kan deryasında boğulmasına mı?
Evet, Gannuşi hangisine razı olmalı(ydı)?
Çok daha açık bir soru soralım:
Gannuşi, ülkesinin mevcut şartlarını ve sosyolojisini göz önünde bulundurarak çok bilinçli bir tercihle “HAKİM” olmayı değil, “HAKEM” olmayı tercih ederek yanlış mı yaptı?
“Korku salarak değil, sevgi ve sempati uyandırarak liderlik rolü üstlenmek gerekir.” diyen Gannuşi`yi gaflet veya dalaletle itham etmek ne kadar doğrudur?
Hele hele Mısır-İhvan-Mursi tecrübesinden sonra.
Veyahut bataklığa dönüşmüş Suriye`nin dehşetengiz hal-i pür melali göz önünde iken.
Elbette bu sorulara bir çırpıda cevap vermek kolay değil.
En az yüz yıl önce ekilen fitne ve düşmanlık tohumlarının zakkum çiçeklerine dönüştüğü,
Etnik, mezhepsel veya ideolojik ayrıştırma, ötekileştirme ve şeytanlaştırmanın tavan yaptığı,
Her bir klik, mezhep ya da meşrebin barut fıçısına dönüştürüldüğü şu mazlum coğrafyada, öncelenmesi gereken mücadele şekli hakimiyet mi, hakemiyet mi olmalı?
Hakimiyet mücadelesinin çıtasını birazcık yükselttiğinizde elinde kibrit, en uygun zamanı kollayan insi şeytan veya tağut, büyük bir zevkle barut fıçılarını tutuşturacaksa,
hakimiyet de hakemiyet de anlamını kaybedecekse, gayedeki hikmeti ortadan kaldıracak bir şiddet sarmalı her yöne egemen olacaksa,
Mısır ve Suriye`den ders, Tunus ve Gannuşi`den örneklik alınmalı değil midir?
Bu arada Sn. Gannuşi`ye katılmadığım ve eleştirdiğim taraf, dile getirdiği hususların pekala İslami kavramlarla ifadesi mümkünken, bunlar yerine “demokratlık veya demokrasi” kavramlarını tercih ediyor olmasıdır.
Ölçüsü İslam olan Müslüman bir siyaset adamının demokrasiden istifade etmesini normal ama kendisini salt demokratlıkla tanımlamasını ise anormal bulduğumu özellikle belirtmek isterim.
Bu konuda, müstakil bir İslam toplumunun tescil edildiği ara dönemi oluşturan Peygamber(SAV)`in ilk dönem Medine uygulamasının çok iyi analiz edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ardından her bir maddesi “Taviz veriyoruz, yenilgiyi kabulleniyoruz” gerekçesi ile ayrı bir itirazla karşılaşmış hatta ve hatta Nebevi emrin ağırdan alınmasına sebebiyet vermiş Hudeybiye Barışı`nın çok iyi analiz edilmesi gerektiği kanaatini taşıyorum.
Bunlar üzerine şekillenecek veya güncellenecek bir siyaset fıkhı veya hareket stratejisinin aziz İslam`ı “IŞİD`leştirme” veya “demokratikleştirme” tuzaklarından koruyacağına inanıyorum.
Selam ve dua ile...