• DOLAR 34.608
  • EURO 36.173
  • ALTIN 2906.696
  • ...

Suriye`nin sadece Suriye olmadığı gibi.

Birincisi, üçüncüsü ya da on üçüncüsü.

Herkesin ajandası farklı farklı.

Suriye Baası`nın derdi, Rusya`nın garantörlüğünde kendisini ve Nusayrileri güvenceye almak.

Amerika buraları zaten kendi çiftliği gibi görüyor.

Kâhyanın değişip değişmemesi, çiftlik amelelerinin kim olup olmadığı önemli değil.

Önemli olan çiftliğinin varlığı, devamlılığı, geliri, çıkarı.

Türkiye, İran, Katar, Suud...

Her birinin ayrı ayrı hesap ve      kitapları.

Rejimle savaşan veya anlaşan muhalifler.

Bir kısmı Türkiye-Suud-Katar ekseninde.

Diğer kısmı ise daha laik ve seküler hareketler.

Şu sıralar belki de en zor durumda olan Türkmenler.

Rejime karşı mücadele görüntüsü veren ve Suriye`nin neredeyse yarısını elinde bulunduran IŞİD.

IŞİD`e karşı mücadele üzerinden ABD`nin müttefikliğine terfi eden PYD.

Ama aynı zamanda rejimle anlaşma üzerinden Rusya`nın da desteğini alan PYD.

Aynı masanın etrafında bir araya gelebilecekler mi?

Barış umudu doğar mı?

En azından ateşkes?

Yeni ölümlerin, zulümlerin, göç dalgalarının olmaması adına.

Bizi insanlığımızdan utandıran görüntülere daha fazla şahit olmama adına.

Sırf bunun için;

Esed`in gitmesinden veya gitmemesinden,

ABD ve Rusya`nın emperyalist emellerinden,

Suriye, Mısır, İsrail ve Katar gazı ile Irak ve İran petrollerinin PYD bölgesinden geçirilmek istendiğinden,

PYD`den lehte ve aleyhte bahsederken “Kürtler” tabirinin kullanılmasından,

PYD`nin etnik mi, yoksa ideolojik bir yapı mı olduğunun ayrıntısından,

İslâm Dünyası`nın kendi içinde bütün kaynaklarını ve birikimini kardeş kavgasıyla tükettiğinden,

Sykes-Picot`un eskisinden ve yenisinden,

Rus uçağını düşürmesinden sonra neredeyse nötr duruma gelen Türkiye`nin Suriye politikasından,

Ambargoların kalkmasıyla eli güçlenen İran`ın Suriye politikasından,

Petrol fiyatları düştükçe ekonomisi dibe vuran Suud`dan ve Yemen`de saplandığı bataktan,

IŞİD`le mücadele görüntüsü altında kâh vekâleten kâh asaleten güç paylaşımında bulunan bölgesel ve küresel aktörlerden,

350 bin ölümden,

10 milyon mülteciden,

Harap olmuş bir medeniyetten,

Süqut etmiş bir insaniyetten,

Kıyıya vurmuş bebek cesetlerinden...

çok fazla bahsetmeden şu soruyu sormak isterim doğrusu: 

Müslümanların birbirini boğazlamasına mı, yoksa Yahudi, Hıristiyan veya ateistlerin barış çabalarına mı razı olalım?

Şöyle de sorabiliriz:

Müslümanların kendi aralarında başlatmayı dahi beceremediği bir barış ve uzlaşıyı, İslâm`la uzaktan yakından alakası olmayan aktörler başlatırsa tavrımız ne olmalı?

Zor sorular gerçekten.

Ama yüzleşmek zorundayız.

“Birleşin, dağılıp parçalanmayın, öfkenizi yutun, affedici olun... “ şeklindeki onlarca ayet-i kerimenin gereğini yerine getiremeyen Müslüman aktörler...

Emin olabilirsiniz Allah, küfrün iki temsilcisinin düdüğü ile sizi hizaya getirecek.

Zillet mi, acziyet mi, tokat mı?

Adını sen koy artık!

Cenevre`den bir şey çıkar mı peki?

Bizim orada anlatılan iki kardeş ve ağa meselesi gibi olacağı belli.

Arazilerinin ortasındaki ceviz ağacı üzerine anlaşamayan iki öz kardeş, meseleyi çözmek için ağayı köylerine davet ederler.

Yemekler, izzet ve ikramların ardından meseleyi ağaya anlatırlar.

Ağa, “Dert ettiğiniz şeye bakın. O ağacı ağanıza vereceksiniz olacak bitecek!” der.

Ağanın çözümüne razı olmamak yürek ister elbet.

Razı olmakla kalmayıp bu mükemmel çözümden(!) dolayı ağaya teşekkür edip bir de elini öperler.

Kıssadan hisse...

Sorunun bendeki cevabına gelince...

“Sulh en hayırlı olandır!”