Neyiniz eksik? sendromu
Cuntacı paşalardan Demirel`e, Çiller`den Yılmaz`a ya da Ecevit`e, Türk devlet adamlarında çoğu zaman görülen bir sendromdur bu.
Eski Türkiye`nin figürlerine mahsus, güvenlikçi paradigmayı esas alan zihniyet mensuplarının sıklıkla dile getirdiği ve ortalama bir Kürd`ün sinir katsayısını yükselten, unutulmaya yüz tutmuş beylik bir laf.
Yeni Türkiye`yi inşa etme vaadini her fırsatta dile getiren Sayın Erdoğan`ın da aynı sendroma yakalanacağına kesinlikle ihtimal vermezdim.
“Erdoğan Kürt meselesini çözmek istemiyor, sadece ateşkes istiyor” diyenleri haklı çıkaracak bir söylem, talihsiz bir açıklama.
Tarihsel arka plan da dahil olmak üzere Kürtlerin spesifik olarak bir cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ya da bakanlık talepleri olduğunu hatırlamıyorum.
19. yy`ın başlarından itibaren kıblesini Kabe`den Paris`e, Londra`ya çeviren Osmanlı`nın bu tavır değişikliğine karşı qıyam eden hiçbir Kürt aliminin de böyle bir talebi olmamıştır.
Şeyh Ubeydullah Nehri`den Şeyh Abdusselam Barzani`ye, Şeyh Mahmut Berzenci`den Şeyh Said Efendi`ye bütün talepler gasp edilen haklar ekseninde olmuştur.
“Hak” derken kastedilen şey ise “Şeriat” yani İslam Hukukudur.
Son elli yıldır aksi yöndeki bütün çabalara, sol-seküler karakterli Kürt hareketlerinin bu doğrultudaki redd-i mirasçı anlayış ve pratiklerine rağmen, bu hakikat hala geçerliliğini korumaktadır.
Sayın Cumhurbaşkanı`nın geçenlerde yaptığı bir konuşmada, “Ne Kürt sorunu ya, neyiniz eksik?” anlamına gelen sorusuna cevap aslında iki hafta önce Diyarbakır`dan gelmişti.
7-8 Mart tarihlerinde Diyarbakır`da yapılan ve iki gün süren, tam adı “Kürt Meselesine İslami Çözüm Çalıştayı” olan toplantıdan bahsediyorum.
“Muhakkak ki Mü`minler kardeştir” ilahi düsturunun ete kemiğe bürünmesine ciddi bir katkı sunan bu çalıştayda emeği geçen organizatörleri, konuşmacıları, katılımcıları, gözlemcileri tebrik ettiğimi belirtmeliyim.
Üç bin beş yüz bileşeni olan STK`ların inisiyatifi ile gerçekleşen bu organizasyonun hem İttihad-ı İslam hem de Bediüzzaman`ın ilk kez gündeme getirdiği “Cemahir-i Müttefika-i İslamiye(İslam Cumhuriyetler Birliği)” idealine hizmet ettiğini düşünüyorum.
Zira İttihad-ı İslam, homojen özelliklere sahip bir yapının ruh birlikteliği iken, “Cemahir-i Müttefika-i İslam” düşüncesi ise heterojen özelliklere sahip farklı yapıların, cemaatlerin, cemiyetlerin, devletlerin, mezhep, meşrep ya da mesleklerin üst çatısı, iskeletidir.
Bunlardan hareketle “Kürtlerin hala neyi eksik” sorusuna samimi cevap arayanlar, çalıştayın sonuç bildirgesinde yer alan şu birkaç hususa odaklanmalı, aradıklarını bulduklarını düşünüyorlarsa da tamamını okumalıdırlar:
-Dillerimizin ve renklerimizin ayrı olması Allah`ın ayetlerindendir. (Rum:22)
-Devletin tekçi, ulusçu, laikçi politikalarının mahkûm edilmesi gerekir.
-Kürtçe ikinci resmi dil olarak kabul edilmeli, anadilde eğitimin önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.
-Kürt halkını, aşiretleri, hatta aileleri birbirinden ayıran yapay sınırlar sembolik hale getirilmeli, insani, ekonomik, kültürel, sosyal ilişkilerin geliştirilmesi ve sılay-ı rahim hukukunun yerine getirilebilmesi için gerekli bütün düzenlemeler yapılmalıdır.
-Kürt meselesinin kaynağını oluşturan Kemalist zihniyetin ürünü olan darbe anayasası değiştirilmeli, etnik vurgulardan arındırılmalı ve eşit yurttaşlık temelinde yeni bir anayasa hazırlanmalıdır.
-Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk olduğu nitelemesinden vazgeçilmelidir. Başta anayasa olmak üzere yasalardaki etnik vurgular ayıklanmalı, devlet diline hâkim olan ırkçı, dışlayıcı ve inkârcı söylem tüm mevzuattan, literatürden ve eğitim sisteminden çıkarılmalıdır.
-Kürt halkının büyük bir saygıyla andığı Şeyh Said-i Palevi gibi Kürt âlimlere yapılanlar başta olmak üzere bu güne kadar yapılan zulümlerden dolayı devlet adına özür dilenmeli ve iade-i itibarda bulunulmalıdır. Şeyh Said`in, Üstad Bediüzzaman`ın ve Seyyit Rıza`nın mezar yerleri ivedilikle açıklanmalıdır.
-Siyasi nedenlerle cezaevinde bulunanların toplumsal hayata, yurt dışına çıkmak zorunda kalanların ise ülkelerine dönebilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Bu tespitler ve sonuç bildirgesinde yer alan diğer eksiklikler giderilmeden “Kürt sorunu yoktur demek” doğru ve gerçekçi bir yaklaşım olmaz.