• DOLAR 34.673
  • EURO 36.372
  • ALTIN 2934.3
  • ...

Daha önceki bir yazımda “israile saldırma!” demenin, “Akrebe sokma!” demek olduğunu dile getirmiştim.

Merhum Erbakan`ın “israil laftan anlamaz, güçten anlar” sözleri de halâ kulaklarımızda çınlamaktadır. Daha geçen gün Netenyahu, Gazze`ye yönelik saldırılar karşısında BM dâhil, uluslararası hiçbir tepkiyi dikkate almayacaklarını açıkça dile getirdi.

Mavi Marmara sonrası Türkiye`den israile oluşan halk ve devlet öfkesini, oradaki Türk elçisini alçak koltukta oturtmak sureti ile takmadığını gösteren siyonistlerin, elçinin şahsında bir halkı alenen aşağıladığını da henüz unutmuş değiliz.

Siyonist işgalcinin güç karşısında nasıl zelil olup tir tir titrediğini, her biri bin yıl yaşamak isteyen siyonist askerlerin cepheden kaçmak için kendi ayaklarına nasıl kurşun sıktıklarına da şahit oluyoruz.

Türkiye başta olmak üzere körfez ve Arap ülkelerinin büyük bir başarı(!) olarak nitelendirdikleri ve BM tarafından da kabul gören “iki devletli çözüm” fikrinin siyonistlerce nasıl çöpe atıldığının da farkındayız.

israilin dünya üzerinde sınırları belli olmayan tek devlet olma özelliğinin hangi anlama geldiğini herkesin iyi bildiğini de biliyoruz.

Bütün bunlara rağmen halâ siyonist işgalcinin siyasi bir çözüme razı olabileceğine dair beklenti içinde olmak, en hafif tabiri ile safdilliktir.

Bu meyanda Başbakan Erdoğan`ın Gazze`ye dönük vahşi siyonist saldırılar için Türkiye, Mısır ve Katar`ın devrede olduğunu söylemesi ve bunu bir çözüm önerisi olarak dillendirmesi tam bir acziyettir. Mısır`ın korsan ve katil cumhurbaşkanı Sisi`ye meşruiyet kazandırmaktan başka hiçbir işe yaramayacak olan bu diplomatik trafik, meydanlardaki “Rabia” işareti eşliğindeki nutukların “hamasî” olduğuna dair iddialara haklılık kazandırmaktadır.

20 Temmuz akşamı Ankara`daki siyonist elçiliğin önünde yaptığımız konuşmada da dile getirdiğimiz gibi, halk “qavlî dua” ile mükelleftir.

Müslüman halkın oylarıyla iktidara gelen hükümet ise, bu qavlî dualar paralelinde “fiilî dua” yapmakla mükelleftir.

Elinde güç ve imkân bulunan iktidar(lar)ın halklar gibi sadece qavlî dua ile iktifa etmesi, bir avuç muvahhit mücahide, “Siz ve Rabbiniz gidin onlarla savaşın, biz buradayız(size dua ediyoruz)” demenin örtülü halidir.

Gazze`nin bu yiğit evlatlarına, gıda desteğinin yanında en çok ihtiyaç duydukları silah desteği acilen sağlanmalıdır.
Bunun nasıl olacağı da gücü elinde bulunduranların sorumluluğundadır.

Sınır komşusu olmadığı için Filistin`e ambulans ya da tırların içinde silah sevkiyatı yapmak mümkün olmayabilir.
Ama rotasını “yanlışlıkla” Gazze`ye çeviren bir denizaltı, bir gemi ya da içinde serdengeçtilerin bulunduğu bir uçak...
Neden olmasın?

Yeri gelmişken siyonist elçilik ve konsolosluklara girmeye çalışan ve öfkeli olmakta haklı kalabalıkların özellikle hükümet cenahınca “provokatör” olarak nitelendirilmesine değinmeden geçemeyeceğim.

Gerek Diyarbekir`de siyonist destekçisi ABD`nin bayrağının asılı olduğu çadırın sökülmesi, gerekse de insanlık düşmanı, bebek katili siyonistlere karşı Ankara ve İstanbul`da oluşan tabiî öfkenin provokasyon şeklinde ifade edilmiş olması, ma`şeri vicdanı yaralamıştır.

Sayın Başbakan!

Takdire şayan bir şekilde ve defalarca israil bir terör devletidir, dediniz.

Madem öyle-ki öyledir- o halde siyonist elçiliği ve konsoloslukları terör yuvası olarak ilan ederek çalışanlarının hepsini terörist oldukları gerekçesi ile sınırdışı edin ve taşınmazlarına el koyun.

El konulan taşınmazlardan elde edilen gelirle de Gazze`ye silah desteği sağlayın.

Bu çözüm hem polisle halkın karşı karşıya gelmesine engel olacak, hem fiilî duanızın bir kısmını yaptığınız anlamına gelecek, hem de hak etmedikleri halde yüreği yanan insanlara “provokatör” deme günahından sizleri kurtaracak.
Benden söylemesi...

Not: Bütün dünya Müslümanlarınca idrak edilen “Dünya Kudüs Günü”nün ve hemen ardından gelen Ramazan Bayramı`nın ümmetin ittifak ve ittihadına ve Kuds-ü Şerif`in özgürlüğüne vesile olmasını Cenab-ı Hak`tan niyaz ederim.