İki Kürt, iki tavır
Gündemden ve güncelden düşmeyen günümüz sosyal ve siyasal olaylarını çok iyi anlayabilmek için, yakın tarihteki şu üç anlaşmayı iyi analiz etmek gerekiyor:
1-1916 Sykes-Picot Anlaşması
2-1917 Balfour Deklarasyonu
3- 1923 Lozan Antlaşması
Birinci anlaşma İngilizler-Fransızlar ve Ruslar arasında imzalanan çok gizli bir anlaşmadır.
Bu anlaşmayla Ortadoğu diye tabir edilen İslam coğrafyasının bütün toprakları cetvel yardımı ile aşağı yukarı bugünkü şekline kavuşturulmuştur.
Böyle bir anlaşmanın varlığından haberdar olmayı ise, 1917 Bolşevik Devrimi`ne borçluyuz.
Bolşevik Devrimi`nden sonra Ruslar hem anlaşmadan çekildiler hem de bu anlaşma, Lenin tarafından deşifre edilerek dünya kamuoyuna duyuruldu.
Bu anlaşmanın mürekkebi henüz kurumadan dönemin İngiliz savaş kabinesinin dışişleri bakanı Lord Arthur Balfour, 1917`de uluslararası Siyonizmin liderlerinden Lord Rothschild`e bir mektup göndererek işgal ettikleri Filistin toprakları üzerinde bir Yahudi devletinin kurulmasına karar verdiklerini açıklamıştır.
Çok geçmeden Fransızlar ve kısa bir süre sonra da ABD başkanı Wilson, deklarasyonu desteklediklerini resmen açıkladılar.
Tam da bu noktada Müslümanları dehşete sevk etmesi gereken şu tarihi olayı hatırlatmak gerekiyor:
Rusya`nın Orta Asya Müslümanlarını Almanlara karşı savaştırması neticesinde bu Müslümanların birçoğu Almanlara esir düşer. Bu Müslüman esirler için Almanya, müttefiki Osmanlıdan yardım talep eder. Bunun üzerine içinde merhum M. Akif`in de bulunduğu bir ekip gönderilir.
Akif`in anlattığına göre 1917`de Berlin`de zafer çanları çalmaya başlar. Akif bunun nedenini Alman subaylara sorar. İngilizlerin Kudüs`e girdiği cevabını alır.
“Peki, İngilizler ortak düşmanımız değil mi?” diye sorunca, “Evet, öyle ama Kudüs başka” cevabını alır.
Bu ibretamiz olayın kritiğini başka bir zamana bırakarak Lozan`la devam edelim.
Lozan, ilk iki anlaşmaya sıkı sıkıya bağlı kalınacağına dair verilen taahhütlerin neticesi imzalanan bir antlaşmadır.
Kültürel ve zihinsel varlığa karşılık lütfedilen(!) bir toprak parçası. Yani on üç asırlık medeniyetini yakacaksın, bu kadim medeniyetin külünü elinle havaya savuracaksın, çizilen sınırlara ve Yahudi devletine itiraz etmeyeceksin. Hepsi bu kadar.
O zaman istediğin kadar Türk ya da Arap olduğunu haykırabileceksin.
Düşünce olarak da toplumsal yapına uyan herhangi bir Batılı ideolojiyi benimseyebileceksin.
İstersen liberal kapitalizmi esas alarak sağcı takılabilir, istersen de Batı`nın ekonomi-politik alandaki yorum farklarından birini benimsemeyi “antiemperyalizm” zannedip üçüncü dünya solculuğu yapabileceksin.
Ne de olsa bunlar aynı madalyonun farklı yüzleri…
Şayet pozitivizmi esas alan Batı medeniyetini felsefi ve paradigmal düzeyde reddettiğini ilan eden Şeyh Said Efendi veya Molla Said gibi önderleri bulunan bir kavme de mensupsan bırak yer üstü hâkimiyetinin verilmesini, yerin altı bile sana çok görülür.
Musa Anter`in kendisine yöneltilen “Medrese mezunu olduğunuz halde dindar Kürtlerin davasını neden sosyalist bir ideolojiyle güdüyorsunuz?” sorusuna verdiği şu cevap daha bir anlam kazanıyor:
“Haklısın, cevabı zor bir soru. Aslında en azından ben bunun farkındayım, ama solculuk yapmasak Batı ülkeleri bize destek vermez ki…”
İngilizlerin İstanbul`u işgal ettikleri sırada Anglikan kilisesinin Müslümanları rencide etmek için sorduğu sorulara birçok âlim cevap vermiş, ancak niyeti sezen Bediüzzaman Hazretleri şu tarihi sözleri sarf etmişti:
“Altı yüz kelimeyle değil, altı kelimeyle de değil, hatta bir kelimeyle dahi değil, belki bir tükürükle cevap veriyorum. Çünkü o devlet, işte görüyorsunuz, ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı mağrurane üstümüzde sual sormasına karşı, yüzüne tükürmek lazım geliyor. Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne.”
İki Kürt iki farklı cevap…
Yakın gelecek Kürtler açısından bu iki Kürdün cevapları doğrultusunda tavırların belirleneceği bir atmosfere şahitlik edecektir.
Allahu a`lem bis-savab…