Anadil politik çıkarlara feda edilemez
Bediüzzaman hazretlerinin “Lisan-ı maderzad” dediği ve insanda kaderin sikkesi(mührü) olarak tanımladığı anadil, son günlerde tekrar tartışma konusu olmaya başladı.
Bu mevzuyu gerek bu köşede ben, gerekse de diğer yazar arkadaşlarımızın birçoğu farklı periyotlarla dile getirdik.
Bazı hususlar vardır ki önemlerine binaen ne kadar tekrar edilseler yeridir. Hani derler ya, “Et-tekraru ahsen, velev kane yüz seksen!”(Tekrar iyidir, 180 kere bile olsa)
Lenin`in, “Propaganda tekrardır” sözü de bu hakikata işaret ediyor sanırım.
Kur`an-ı Kerim`de de bazı ayetlerin düzenli ve belirli periyotlarla tekrar edilmesi, hatta bazılarının iki ayette bir yinelenmesi meselenin ilahi boyuttaki formatif ve pedagojik yönünü ortaya koyuyor.
Yasaklanmış bir anadili de bu meyanda mütalaa ve mülahaza etmek gerekir.
Kürtçenin anadil olarak hayatın her alanında serbest olması hususunda kafası epey karışık olan hükümet yetkililerinden, maalesef maksadını aşan sorumsuzca beyanatların geldiğini görmek son derece üzücü doğrusu.
İslami yaşamlarından kuşku duymadığım kimi hükümet sözcülerinin hem insani hem de İslami açıdan kendilerini vebal altında bırakacak açıklamalarda bulunmalarını hayretle karşılıyorum.
Anadilin eğitim de dahil, hayatın her alanında kullanılmasının bir hak olduğunu ancak konjonktürün böyle bir serbestiyete şimdilik müsaade etmediğini(Bu gerekçeye de katılmam da) dile getirmek daha dürüstçe olurdu. En azından ya hayır konuşulmuş ya da susmuş olunurdu.
PKK ve bileşenlerinin ise meseleye, son dönemlerdeki konjonktürel gelişmelerle alakalı siyasi olayların gölgesinde kalınmışlık görüntüsü içinde yaklaştığı görülüyor.
İlgili çevrelerin basına yansıyan demeç ve beyanatlarından, özgürlükçü sol(!) ve Türkiye demokrasi güçleri(!) tarafından organize edilen Gezi olaylarına gönüllerince katılamamalarının nedameti içerisinde oldukları ve bunu telafi etmek istedikleri anlamı çıkıyor.
Zaman zaman Kemalizm aşkı depreşen Aysel Tuğluk`un Taha Akyol`a gönderdiği mektuptaki şu ifadeleri meseleyi bariz olarak ortaya koyuyor:
“Öcalan`ın özgürlükçü sol ve Türkiye demokrasi güçleriyle stratejik ittifak yaklaşımını sezen hamasi Kürt milliyetçileri ve Kürt siyaseti sınıfı, şimdiden mevzi savaşı başlattılar.”
Özgürlükçü sol ve Türkiye demokrasi güçleri gibi şatafatlı sözlerle masumlaştırılmaya çalışılan zihniyetin Kürtçeyi yasaklayan zihniyet olduğunu hemen belirtelim. Ayrıca bu yaman çelişkiyi dile getirecek olan PKK çizgisi dışındaki insanların da peşinen aba altından sopa gösterilerek “Hamasi Kürt milliyetçileri” olarak damgalanmaları, bu cenahtaki Kürtçe hassasiyetinin neye kurban edilebileceğini hemen ele veriyor.
Öyle görünüyor ki bu tarz pragmatik ve ideolojik yaklaşımlar, sorunu çözme makamını deruhte eden tafların bunun çok uzağında olduğunu gösteriyor.
Son sözü Bediüzzaman`a bırakalım:
“İnsanda kaderin sikkesi lisandır. İnsaniyetin sureti ise sahife-i lisanda nakş-ı beyan tersim ediyor. Lisan-ı maderzad ise tabii olduğundan, elfaz davet etmeksizin zihne geliyor. Alış-veriş yalnız mana ile kaldığından zihin çatallaşmaz ve o lisana giren maarif ‘nakşun ale`l-hacer` gibi baki kalır. Ve o ziyy-i lisan-ı millî ile görünen her ne olur ise menus olur. İşte hamiyet-i millînin bir misalini size takdim ediyorum ki, o da Mutkili Halil Hayalî Efendi`dir ki hamiyet-i millînin her şubesinde olduğu gibi, bu şube-i lisan meydanında ‘kasb-i sebkî` ihraz eylemiş. Ve lisanımızın esası olan elifba ve sarf ve nahvini vücuda getirmiş... Hakikaten Kürdistan madeninden böyle bir cevher-i hamiyete rast geldiğinden, bizim istikbalimizi onun gibi ümidinden birçok cevahir ışıklandıracaktır... (Divan-ı Harb-ı Örfi)