• DOLAR 34.661
  • EURO 36.345
  • ALTIN 2941.306
  • ...

Sovyet bloğunun çökmesinden sonra Batı ve ABD yeni düşman konseptine İslam`ı ve Müslümanları aldı.
Hatta Demir Leydi olarak adlandırılan Margret Thatcher`in ve George W. Bush`un Haçlı Seferleri`ne atıf yapan ve yoruma hacet bırakmayan sözleri bir bakıma meseleyi tefsir ediyordu. Dünyayı ve yaşamayı çok seven insanları evlerinden ve barklarından on binlerce km. uzağa, ölümün kol gezdiği diyarlara getiren saik salt bu düşmanlık mıdır?
Şu ana kadar bu soruya cevap teşkil edecek iki önemli cevap var önümüzde:
Birincisi, Siyonist işgalci rejimin güvenliği.


İkincisi ise, Batı`nın teknolojisi ve makine gücünün şimdiye kadarki alternatifsiz hammaddesi petrol ve diğer enerji kaynaklarının bu bölgede olması.
Diğer bir ifade ile bölgenin üzerinde yüzdüğü Allah vergisi petrol ve enerji denizi.
Batı ve ABD (Emperyalizm) Ortadoğu diye tabir ettikleri İslam coğrafyasında Siyonist rejimden daha büyük ve daha güçlü bir devlet ve diğer çıkarlarına zarar verecek idareciler istemiyor.


Doğrusu bu iki husus, İslam coğrafyalarındaki sınırları İngilizler tarafından cetvellerle çizilen halkı Müslüman, ancak idarecileri kukla olan devletler açısından partiler ve demokrasi üstü bir anlayış olup değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez nitelik taşımaktadır. Bütün denge ve denklemler bu iki esasa göre belirlenir, icra edilir, bozulur, tekrar düzenlenir.


Bu kapsamda son 15-20 yıla baktığımızda İslam coğrafyalarında meydana gelen hiçbir siyasi olay ve teşekkülün tesadüf olmadığını, yukarıdaki iki emperyal gayeyi gerçekleştirmeye matuf olduğunu rahatlıkla fark edebiliriz:
Irak`ın başına gelenler; Sudan`ın bölünmesi; Suriye`deki iç savaş ve en az üç parçaya bölünme ihtimali; İran`a yönelik ambargolar, savaş ve yok etme tehditleri; Refah-Yol hükümetine yapılan “Pentagon-Tel-Aviv” ortak yapımı post-modern 28 Şubat darbesi; PKK`nin Avrupa Birliği tarafından terör listesinden çıkarılması, buna karşılık Lübnan halkının meşru oyları ve demokratik yöntemlerle seçilmiş Lübnan Hizbullah`ının terör listesine alınması; Mısır`daki emperyalist darbe ve kim ne derse desin bunun üzerinden Ak Parti hükümetine “adımlarına dikkat et” mesajı ve Gezi olayları...


Liste uzatılabilir ancak bu olaylardan hareketle meseleyi makro planda ya da büyük resmi ıskalamadan değerlendirmeye tabi tutabilirsek, sanırım fotoğrafı rahat bir şekilde netleştirebiliriz.


Peki bu şeytani emellerini gerçekleştirme konusunda son derece küstah ve cüretkar davranan dünya istikbarı ya da şeytanın yeryüzü temsilcileri bu gücü ve cesareti nereden alıyorlar?
Bunu salt teknoloji ve üstün silah gücü ile açıklamak yeterli midir? Elbette hayır.
Kanaat-i acizaneme göre bu konuda elinde iki ciddi argüman var:
Birincisi, İslam ülkelerindeki etnik ve mezhepsel ayrılıklar.
İkincisi ve daha da önemlisi, bu büyük tuzağı ve büyük resmi gör(e)meyen (bilinçli-bilinçsiz) kesimlerin cepheleşme, kutuplaşma, insafsızca eleştiri ve suçlama, en nihayetinde ise birbirini tekfir etme konusundaki heveskarane tutum ve isteklilikleri.


Sonuç ortada: Camileri dahi hedef alan intihar saldırıları, fitne ve tefrikaya alet olmayı cihad zanneden akıl tutulmaları.
Yukarıdaki meş`um sonucu elde edemedikleri Mısır`da her iki çıkarlarının da tehlikede olduğunu fark eden küresel emperyalist oyun kurucular, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan Mısır`da demokrasicilik oyununu bitirdiler.
Peki, demokratik düzenlerde iş tutan İslami kesimler ne yapmalı?


Şayet 28 Şubat su-i misalinde olduğu gibi “Yorgan gitti, kavga bitti” denilip mücadele bırakılıp evcil olunacaksa, Müslüman halkın beklenti ve duygularıyla oynamanın gereksizliği ve vebali göz önündedir.
Ancak, darbe sonrası kefen giyip meydanlara inmeyi, ümmetin vahdetini ve peygamberlerin dahi gıpta ettiği en büyük başarı olan “şehadet”i netice verecek bir iradeyi ortaya koyacaksa korkmamak, belki ümitlenmek gerekir.
Rabiat`ül Adeviyye`ye bin selam!