ROJAVA VE KÜRTLERİN KAZANIMLARI
Beşeri ve ilahi düzenler temelde birbirlerinden farklılık gösterirler. İlahi düzenler vahye(Allah`ın sözleri) dayanır. Beşeri düzenlerin tamamı insan aklına dayanır. İlahi düzenlerin sonuncusu ve en mükemmeli, Üstad hazretlerinin ifadesi ile "İnsaniyet-i kübra" olan İslamiyet, vahyin öncülüğündeki aklı esas alır.
Beşeri sistemlerde "hak" kavramı yerden yere, ideolojiden ideolojiye farklılık gösterirken İslam inancında hakların kaynağı tektir: O da Haqq yani Allah`tır. Buna göre Haqq`ın tanıdığı bir hakkı vermemek, gasp etmek zulüm olduğu gibi, Haqq`ın tanımadığı bir hakkı talep etmek de zulümdür.
Sözgelimi, Kürtlerin ya da başka bir ırkın, ırk olmasından kaynaklı ne kadar hakkı varsa, bunları vermemek ve talep etmemek zulümdür. Bu hakları talep eden ve bunlar için mücadele edenin kim olduğuna bakmaksızın onu desteklemek, hakkın gereğidir. Eşcinselliği bir hak gibi görmek ve bunu yasal bir güvenceye kavuşturmaya çalışmak, Allah`ın kullarına tanıdığı bir hak olmadığı için yukarıdaki zulmün aynısıdır.
Bu kapsamda düne kadar adam yerine dahi konulmayan, bir kimlikleri bile olmayan Suriye Kürdistanı`ndaki Kürtlerin Kürt olmalarından kaynaklı herhangi bir statü kazanımı, ancak bizleri sevindirir. Fakat bu mücadele, "Kur`an ve Sünnet`in bizatihi kendisi olan Şeriat-ı Muhammedi(SAV)" ile savaş boyutuna indirgenirse, bunun adı zulüm olur.
Yeri gelmişken Şeriat`ı el, kol, kafa kesmek; bir diğerinin kanını ve namusunu kendine helal görmek şeklindeki anlayışların tamamının, Şeriat`ın bizatihi kendisinin de karşı olduğu hususlar olduğunu belirtelim. Şeria, İslam hukukunun kendisidir. Her Müslüman bu anlamda şeriatçıdır. "Efendim ben müslümanım ama Şeriatçı değilim!" demek, başka bir yazımda da belirttiğim gibi, "Fırıncıyım ama ekmek yapmıyorum." demek gibidir.
Tarihin kendilerine sunduğunu düşündükleri fırsatları değerlendirebilme ve biraz da Batılı delegasyona şirin görünme, yaranma adına Şeriat`a savaş açtığını söylemek, Şeriat ve Tarikatla mezcolmuş, iç içe geçmiş Kürdistan tarihini bilmemektir. Bu söylem, Kürdistan`da bindiği dalı kesmekle eşdeğerdedir. Kürdistan tarihinin sütunları ve kolonları hükmünde olan Melayé Ciziri`yi, Şeyh Ehmedi Xani`yi, Mevlana Halid-i Şehrezori`yi, Şeyh Abdüsselam Barzani`yi, Şeyh Mahmud Berzenci`yi, Şeyh Said Efendi`yi ve Bediüzzaman`ı tanımamaktır.
Son zamanlarda PKK ve PYD`den bahsederken, Türkiye`deki ve Suriye`deki Kürtlerin tamamını kast etme şeklindeki bir "şark kurnazlığı" dikkatlerden kaçmıyor. PKK ve PYD`ye yapılan eleştirileri, Kürt halkının kazanımlarına karşı olmaya indirgeme gayretleri, kurnazlığın da ötesinde suyu tersine akıtma çabasından başka bir şey değildir.
PKK`nin Türkiye Kürdistanı`nda yaptığı hatalar ve işlediği cürümlerin temel mantığı "Buranın tek hakimi benim. Burda benim borum öter. Bunu kabul etmeyen, yani bana boyun eğmeyen ya ölür ya da burayı terk eder."mantığı idi. Aynen öyle de oldu. 80`li yılların başında Kawa lideri Ferit Uzun`u Siverek`te öldürmeyle başlayan ve kendisi dışındaki diğer sol Kürt örgütleri tasfiyeyle neticelenen bir sürece girildi.
Bunu 90`lı yılların başında Hizbullah`ı tasfiye etme süreci takip etti. PKK, kendi tabanından gizlese de ilk saldırılar PKK`den geldi. Ancak Hizbullah`ı ne bölgeden çıkarabildi ne de tasfiye edebildi. Sadece o dönemdeki Öcalan`ın yakın dostu Perinçek`in(nam-ı diğer fabrikatör) Hizbullah Cemaati hakkında ürettiği "Kontra" yaftasını halk içinde yaymakla yetindi. Devletin kirli yapılarının da desteği ile bu söylem kısmen tuttu. Sonradan PKK`den gelen ateşkes talebi ile Hizbullah`la PKK arasında fiili çatışmasızlık süreci oluştu. PKK ve KCK`nin Mustaz`af camianın derneklerine yönelik yüzlerce yakma, kundaklama, molotoflama ve üç yıl kadar önce Yüksakova`da Mustaz`af-Der başkan yardımcısı Ubeydullah Durna`yı polisin gözünün önünde katletme vakalarına rağmen Hizbullah Cemaati, taktire şayan bir akl-ı selim örneği göstererek, halkın zarar görmemesi ve bir PKK-Hizbullah Savaşı`nın çıkması için ellerini ovuşturan kirli yapıların heveslerini kursaklarında bırakma adına, muktedir olduğu halde cevap vermedi. Hizbullah`ı durup dururken PKK`ye saldıran kontra bir örgüt olarak gösterme çabalarında olan sosyal medyadaki bozuk ağızlı, küfürbaz, insani ve ahlaki erdemlerden yoksun zavallıların bu dönemi çok iyi incelemelerini isterdim.
Bunlara değinmemin sebebi, o dönemki "Dayatmacı zihniyetin" nelere mal olduğunun görülmesi içindir. Şimdi Suriye Kürdistanı`ndaki PYD`nin de Mişel Temo ile başlayıp Amude`deki katliamla devam eden pratiği, doğrusu bana PKK`nin kendisine ve Kürt halkına çok pahalıya mal olan o pratiğini hatırlatıyor. Umarım PYD aynı hataya düşmez ve kendisine muhalif olan diğer Kürt örgütlerinin de sempatisi ve hayranlığını kazanacak eylemlere imza atar. Zira, kendisini otorite olarak gören bir anlayışın muhaliflerinin sempatisini kazanamaması beceriksizliktir.