• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Allah biliyor ya, kıyamete çok ama çok yaklaşmış bulunuyoruz. Müneccim olmadığım gibi kehanette de bulunmaya hiç niyetim yok. Fakat “zina” ve “bina”ların hiç olmadığı kadar yaygın olduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz.

Geçmiş kavimlerin helakine sebep olan tekmil günahların pervasızca, küstahça ve aleni olarak işlendiği bir zaman dilimi…

Üstelik bu günah ve cürümlerin, her türlü kitle iletişim araçları vasıtasıyla salgın bir hastalık gibi, bütün toplumları etkisi altına almak üzere olduğu bir zaman dilimi…

Bu münkerata karşı tedbir geliştirme ve böylelikle uhrevi mükellefiyetlerini ifa etme adına elini taşın altına koyan duyarlı insanların dışlandığı, tedhiş, tecrit ve tehdit edildiği bir zaman dilimi…

İman, ibadet ve manevi değerlere karşı lakaytlığın kanıksandığı; namus kavramının sadece dinen değil, Urfa ve Mardin gibi aşiret yapısı güçlü yörelerde “örfen” de silindiği, eğlence adına her türlü ahlaksızlığın mübah görüldüğü, kız-erkek arkadaşlıklarının ilkokullara kadar indiği ürkütücü bir zaman dilimi…

Âleme nizam vermeye kalkışan etkili ve yetkililerin resmi onayıyla hayata geçirilen ve “suret-i hak”tan görünen SODES destekli kuaförlük, tango, defile ve bilmem ne menem çağdaşlık kurslarının mantar gibi türediği ya da bilinçli olarak türetildiği bir zaman dilimi…

Zinanın serbest, faizli bankaların en çok kar getiren kurumlar olduğu; rüşvet, hırsızlık, irtikap ve tefeciliğin başını alıp gittiği bir zaman dilimi…

Küçük yaşta hamile kalan ortaokul-lise öğrencilerinin bulunduğu, çocukların cezaevlerinde taciz ve tecavüzlere uğradığı, ahlaksızlık ve fuhuş üreten dizilerdeki aktör ve aktristlerin gençliğin karşısına “rol model” olarak sunulduğu bir zaman dilimi…

Günde beş milyon ekmeğin çöpe gittiği, beş yıldızlı otellerin “açık büfe” uygulamalı ve tek bir öğünüyle bir kasabanın doyabileceği, müsriflikte zirvenin yapıldığı bir zaman dilimi… Fertlerinin yarısına yakınının “antidepresan” ilaçlar kullandığı, kocaların karısını, çocuklarını öldürdüğü şeklindeki haberlerin gazetelerinden hiç eksik olmadığı, intihar vakalarının çoğaldığı, toplu bir cinnet geçirme halinin hükümferma olduğu bir zaman dilimi…

Şatafat, lüks ve çılgınlığın fildişi kulelerinde dolaşan, ehl-i dünyaya nispet yaparcasına “kapris”lere, “rezidans”lara ve “özel süit”lere bir servet ödeyerek sahip olan kapitalizme hayran, liberalizme meftun ehl-i imanın(!) her geçen gün çoğaldığı bir zaman dilimi… Lüks cipinin içinde, ağzında sigarası ya da sakızı, gözünde güneş gözlüğü ve başındaki deve hörgücünü andıran türbanıyla, değme kokonalara taş çıkartan, “takva elbisesi”nden bihaber sözde kapalı, özde çıplak ucubelerin türediği bir zaman dilimi…

Hayır adına bir icraat ortaya koyacağı zaman bile gazetelerin köşe başlarını tutmuş “neo-liberal ilahçıkların” ağzının içine bakıp onların ne söyleyeceğine göre tavır alıp pozisyon belirleyen ve bunu da dünyevi hesapların cümlesi demek olan reel politik adına yapıp uhrevi gayeleri hedef edinen ideal politiği heba ettiğinin farkına bile varmayan, kompleksli Müslüman idarecilerin türediği bir zaman dilimi…

Müslüman kadınların tesettürüne el uzattıkları gerekçesiyle Maraş`ta Sütçü İmam`ın, Antep`te ise Şahin Bey`in, küfrün askerlerine ilk kurşunu sıkarak “Kurtuluş Savaşı”nı başlattığı ve bu uğurda yüz binlerce insanın canını verdiği bir dava… İnanılması zor ama bunca bedelden sonra tesettür ve başörtüsünün yasak olduğu, üstelik mesture olma konusunda ısrarcı olmanın hapis cezası ile tecziye edildiği bir zaman dilimi… Maddi alanlarda birtakım iyileştirmelerin görüldüğü fakat buna mukabil manevi alanlarda tam bir çöküşün yaşandığının sadece cezaevlerindeki doluluk oranlarıyla bile anlaşılabileceği bir zaman dilimi…

İnsan hakkı ya da İslami terminolojideki  ifadesi ile “kul hakkı” konusunda hassas olunmasının her zamankinden daha çok kendilerinden beklendiği bir devr-i siyasette, cezaevlerinde barbarlık ve vahşetlerin yaşandığı, en nihayetinde Urfa örneğindeki gibi en önemli kul hakkı olan “hayat hakkı”nın yeterince gözetilmemesi sonucu, onlarca insanın cayır cayır yanarak can verdiği bir zaman dilimi…(Cezaevlerinin rüyalarına girdiğini söyleyen sayın bakana bundan sonra kabus ve hafakanlara da hazırlıklı olması gerektiğini tavsiye ederim) İç politikayı dizayn etmek için desteklerine ihtiyaç duyduğumuz küresel şeytani güçlerin himmet-i alilerine(!) erişebilme adına, bir yıl öncesine kadar can ciğer kuzu sarması olduğumuz Suriye gibi kimi komşu ülkelerle savaşın eşiğine geldiğimiz ve at izi ile it izinin birbirine karıştığı ya da karıştırıldığı bir zaman dilimi…

Ve Saire… Ve Saire…

Yukarıdaki bahse konu acı gerçekler görmezden gelindiğinde, “dindar nesiller” yetiştirme sözü, kulağa çok hoş geliyor fakat hal-i pür melalimiz de işte budur!

O halde ne yapmalı?

Devlet erkini elinde bulunduran hükümet, evvel-emirde ha bire sivrisinek ve hastalık üreten bu bataklığı kurutmak için -akreditasyon şartı aramaksızın- bütün STK`larla işbirliği içinde yoğun bir çaba içine girmelidir.

Günahların doğasında var olan cazibe alanı ve çekim gücünü ”Def-i zarar, celb-i hayırdan evladır.”(Kötülüğü yok etmek iyiliğe çağırmaktan daha iyidir.) kaidesini de göz önünde bulundurarak minimize etmeye çalışmalıdır. Zira bir kaba temiz bir şey doldurmak için önce o kabın kirlerden tamamen arındırılması gerekir. Başta Suriye politikası olmak üzere, Orta Doğu`daki İslam ülkeleri ile ilgili uygulanacak her türlü projede, haçlı birliğinin modern versiyonu olan NATO`dan ve büyük şeytan ABD`den bağımsız, İslami hassasiyetlere halel getirmeyecek alternatif politikalar üretebilmelidir.

Aksi takdirde, şimdilerde acı ve buruk sevinçlerle karşıladığımız ve hükümetin iyi niyetli olduğundan kuşku duymadığımız kimi icraatlarının, kirli bir borudan temiz su akıtma çabasından öteye geçmeyeceği unutulmamalıdır.

Bunları her platformda dile getirme ve özellikle de hükümete hatırlatmanın Allah`ı Rab, Peygamberi resul olarak kabul etmiş her muvahhid müminin öncelikli görevi olduğunu düşünüyorum.