Bir model oluşturma zorunluluğu
Müslümanlar açısından hem küresel hem de yerel ölçekte kanaatime göre en büyük açmaz, vakayı tanımlayamama sorunudur.
İslam ülkelerinden her biri vakayı(olanı-olayı-yaşananı-olguyu) kendi penceresinden değerlendirmektedir.
Türkiye; yerel, bölgesel ve küresel ölçekte yaşananları kendi bekasına yönelik bir tehdit olarak değerlendirmekte, bunlar karşısındaki bir savunmayı “Ümmet`in son kalesi” mottosuyla dile getirmektedir.
İran ise meseleye biraz daha farklı ama benzer bir pencereden bakmakta ve kendisine göre farklı bir motto ile vakayı tanımlamaktadır.
Başka İslam ülkelerinin yaklaşım tarzı da üç aşağı beş yukarı benzer mantalitelere dayanmaktadır.
Hepsinde ortak olan yön ise “kendini merkeze alma” hususiyetidir.
Özellikle Türkiye ve İran bağlamında dile getirilen hususların doğruluk payı yok mu?
Kuşkusuz büyük bir oranda doğruluk payları var; ancak benim asıl olarak dile getirmek istediğim husus bu değil.
Bana göre asıl sorun, bu doğrular karşısındaki konumlanış biçimi, kullanılan dilin kapsayıcı ve kuşatıcı olmaktan, bir diğer ifade ile birleştirici-bütünleştirici olmaktan oldukça uzak olmasıdır.
Fransız İhtilali sonrası dünyaya yayılan ağır pozitivizm ve Osmanlı sonrası İslam Dünyası`ndaki bir asırlık ulus-devlet tecrübesi, Müslüman havsalada onulmaz tahribatlar oluşturdu.
Mezhep ve milliyet bariyerinin bir türlü aşılamamasının sebebi de bu.
İlkelere bağlı kalma yönünde ortaya çıkan fırsatları değerlendirememe, özellikle İslam referanslı iktidarlarda en iyi ihtimalle statükolarla musalaha etmeyi(barışmayı) beraberinde getirdi.
Özellikle 15 Temmuz sonrası Türkiye`den en üst düzeyde yükselen Ümmet-İslam referanslı söylemlerin Ümmet`in hatırı sayılır diğer unsurlarına cazip gelmemesi ve İslam Dünyası`nın genelinde bir ma`kes bulmaması vaziyeti yeteri kadar izah etmektedir.
Bahse konu durum maalesef vaka ile medeniyet tasavvurumuz arasındaki makasın her geçen gün biraz daha fazla açılması ile neticelenmektedir.
Yine maalesef ki mevcut durumun ilk kurbanları genç nesillerimiz olmaktadır.
Aziz İslam`ın vakayı tanımlamada ve buna çözüm üretmede yetersiz hatta âciz kaldığını düşünmeye başlayan milyonlar, çareyi “Deizm”de buluyor.
Avrupa pratiği göz önünde bulundurulduğunda bunun ateizmin bir önceki aşaması olduğunu söyleyebiliriz.
Mikro düzeydeki durum da esasında bundan pek farklı değil.
Bir cemaat, tarikat, STK, parti ya da örgütlü bir yapının doğruları veya ilkeleri bir diğerine cazip gelmediği gibi bu husus; zaman zaman niza`, münakaşa ve hafizanallah çatışma sebebi olabiliyor.
Makro-mikro düzeyde bu tür kriminal sonuçlarla karşı karşıya kalmamızın en büyük nedeni, en az üç asırdır cenderesinde kıvrandığımız zihinsel kısırlıktır.
Bu karmaşık ve ye`s(ümitsizlik) oluşturan durum, bünyesinde muazzam bir üretkenlik ve çalışkanlık barındıran en iyileri bile pasif iyi konumuna düşürmektedir.
Üzülerek belirtmeliyim ki Allah`ın iradesine küstahça meydan okuyan ve yeryüzü ilahlığına soyunmuş zulüm sistemleri karşısında suya sabuna dokunmayan, makul ve makbul bireyler(!) haline gelenlerin sayısı her geçen gün artmaktadır.
Hatta zamanla çaresizliğin girdabına düşmüşlükten olsa gerek bu pasif iyiler, bu sistemlerin parçası veya bileşeni haline gelebilmektedir.
Zindan-ı atalete (tembellik zindanı) neden düştüğümüzü iyi tespit ederek ümitsizliği kurumsal anlamda öldürecek, insan fıtratı ile yüzde yüz uyumlu medeniyet tasavvurumuz ve bütün kavramlarımızı uygulama alanına koyacak bir model oluşturma zorunluluğunun İslam Dünyası`nın önündeki en büyük vazife olduğu kanaatindeyim.
Bu, yerine göre bir kişinin oluşturacağı bir aile modeli olabileceği gibi, küçük çaplı bir belediye başkanlığından yerel, bölgesel hatta küresel teşkilatlara kadar uzanan uygulanabilir bir proje de olabilir.
Cihadı salt savaş ile özdeşleştirmeye çalışan oryantalist bakış açısının tuzağına düşmeden bu yöndeki cehd ve çabanın Cihad`ın ta kendisi olduğunu âlimlerimiz, düşünürlerimiz ve entelektüellerimiz sıklıkla dile getirmelidir.
Aksi takdirde ümitsizlikten deizme, deizmden de ateizme kaymakta olan milyonlarca gençle bir anda karşılaşmamızın işten bile olmadığını bilmek-görmek zorundayız!