Neler oluyor?
Hüseyin Gökgöz...
6-8 Ekim olaylarında Yasin Börü ile beraber vahşice katledilen gençlerden Hasan Gökgöz`ün ağabeyi.
6-8 Ekim`de katledilenler uzun uğraşlar sonucu ‘sivil şehit` statüsüne alınmışlar ve ailelerinden birine işe yerleştirilme hakkı verilmişti.
Hüseyin Gökgöz de bu kapsamda İzmir`de bir kamu kuruluşunda ‘taşeron işçisi` statüsünde üstelik Başbakan Sn. Binali Yıldırım`ın talimatı ile işe yerleştirilmişti.
Yaklaşık iki yıldır görevine de devam ediyordu.
Ne zamanki hükümet, taşeron işçilerini sürekli kadroya geçireceğini söyledi, Hüseyin de müracaat etti.
Etti ama etmez olsa idi.
Başına gelmeyen kalmadı.
Artık bir zulüm furyasına dönüşmüş şu meşhur ‘Güvenlik Soruşturması`na takıldı.
Kendisine isnat edilen suç ise 2015-2017 yılları arasında Hizbullah Örgütü kapsamında süreklilik arz eden tehlikeli(!) faaliyetleri…
Neymiş acaba bu tehlikeli faaliyetler diye kısa bir araştırma yapınca gerçek ortaya çıkıyor:
Bahse konu tarihler, 6-8 Ekim şehitlerinin davasının görüldüğü ve kamuoyunda “Yasin Börü Davası” olarak bilinen mahkeme süreci.
Yani Hüseyin Gökgöz, kardeşi Şehit Hasan Gökgöz`ün mahkemesine katılmakla terör suçu işlemiş ve bu gerekçe ile sürekli kadroya alınmadığı geçtiğimiz Cuma günü kendisine tebliğ edilmiş.
Bununla da kalınmayarak iş akdine de son verilerek işten atılmış.
Buyurun buradan yakın!
Güler misin, ağlar mısın?
Cumhurbaşkanı başta olmak üzere Başbakan, bakanlar, milletvekilleri ve kamuoyunda insani-vicdani hassasiyet taşıyan herkes ve her kesimin sahip çıktığı, her mahkemesine Anadolu`nun çok farklı yerlerinden yüzlerce insanın katıldığı, ortalama her Anadolu insanının vicdanı haline gelen Yasin Börü ve arkadaşlarının davasına katılmak terör suçu oluşturuyormuş meğer.
Kimse kusura bakmasın arkadaş, mızrak çuvala sığmıyor artık!
“Halkının dostu devlet” anlayışı gitmiş, “Halkına düşman devlet” anlayışı yeniden hortlamış.
Kemalizme muhalif, kavmiyetçiliğe muhalif, laikçiliğe muhalif ne kadar insan varsa ‘ayıp` kelimesini de aşan bir seviyesizlikle fişleniyor, işe alınmıyor, güvenlik soruşturmaları ile emeği-alın teri-ekmeği çalınıyor; taşeron işçisi ise iş akdi feshediliyor ve hakeza…
Kurtuluş Savaşı meydanda kazanıldı ama masada kaybedildi.
15 Temmuz da aynı akıbete dûçar mı olacak?
Şu hale bakın:
‘Merdiven altı` gibi ucube ve ucu açık bir kavramın arkasına sığınılarak 15 Temmuz`da tekbirler ve salâvatlarla müntesipleri meydanlara koşan cemaatler FETÖ torbasına konularak tasfiye edilmek isteniyor.
Din, tamamen devletin tekeline alınmak isteniyor.
Diyanet, Cumhuriyet`in ilk kuruluş yıllarındaki gibi siyasal iktidarın icraatlarına fetva yetiştiren bir kurum haline getirilmek isteniyor.
Kim yapıyor, ne yapıyor, niçin yapıyor; kim uyuyor, kim göz yumuyor… gibi soruların bir kıymet-i harbiyesi kalmıyor artık.
15 Temmuz`da Kısıklı da dâhil olmak üzere birçok meydanda konuşma yapan bir kardeşiniz olarak bize yöneltilen “Tayyipçi” eleştirilerine şu cevabı vermiştim:
Bizler Tayyipçi değiliz; ancak Tayyip Bey`in şahsında hangi değerlere düşmanlık edildiğini göremeyecek kadar kör de değiliz!
Şimdi ise şunu görmemek için kör olmak gerekiyor, diyorum:
Darbe karşıtı cephenin bütün unsurları zayıflatılıyor, âdeta kökleri kurutulmak isteniyor.
Ezcümle;
Âşina olduğumuz, korktuğumuz ve ürktüğümüz “Eski devlet” yapısı ve uygulamaları “Yeni Türkiye” ambalajı içinde pazarlanmak isteniyor.
Yazık hem de çok yazık!
Milletimiz ve memleketimizin ikbal ve istikbali için üzülürüz ancak bizim cenahta ümitsizliğe yer yoktur; esasen bizde değişen de bir şey yok:
İyilik ve takvaya yardıma ‘Evet`, kötülük ve düşmanlığa yardıma ise ‘Hayır!`