• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

İslam dünyasının bugünkü en büyük eksikliği bir liderlik mekanizmasından yoksun oluşudur.

Mevcut sorunların, ihtilafların ve iç çatışmaların en önemli nedeni de budur.

İnsana, hayata ve kâinata dair her şeyin baş döndürücü bir hızla değiştiği, hiçbir şeyin kararında kalmadığı bu modern zamanda kendi ülkemiz özelinde “İslam dünyasına liderlik” şu iki soruya cevap bulmak zorundadır:

1-Hangi tecrübemizle?

2-Hangi kuşatıcı kavram(lar)la

Birinci sorudan başlarsak;

Hilafeti ilga eden ulus-devlet formu ve Kemalist ideoloji dışına çıkamamış, gel-git`lerle dolu bir asırlık siyasi tecrübe bunun önündeki en büyük engeldir.

Hicri ikinci asırda evleviyetle “Üst kimlik” sorunu halledilerek aziz İslam`ın cihanşümûl mesajı bütün halklara ulaştırılmıştı.

Atasoy Müftüoğlu`nun gayet yerinde adlandırması ve kavramsallaştırması ile bu bir “Kozmopolit Üst Kimlik” idi.

Medine Vesikası referansı ile güncele uyarlanarak ihdas edilen bu üst kimlik, herkese ve her kesime hitap edebilen, milliyet, kavmiyet veya herhangi bir asabiyet zindanına mahkum olmayan evrensel bir yaşam alanı tesis etmişti.

Hak ve adalet mekanizması, vicdanları rahatlatacak bir şekilde işletiliyor, salt Müslüman milletleri değil, Müslüman olmayan milletleri dahi cezbeden ve kendilerini ‘öteki` olarak görmelerine engel teşkil eden ileri düzeyde bir medeni yaşam biçimi temin edilmişti.

Bu üst kimlikle hem İslam dünyasına liderlik yapılıyor hem de İslam dünyasının komşuları başta olmak üzere bütün insanlara, insaniyet ortak paydasında buluşmak üzere fabrika ayarlarına dönme imkânı tanınıyordu.

Zira aziz İslam, bir tercih ve bir irade beyanıdır. Bu tercih ve irade beyanında bulunan herkes soy, sop, ırk, kabile, milliyet veya aidiyet taassubundan tamamen kurtulmak ve “Ben İslam`ın oğlu Selman`ım!” bandına gelmek zorundadır.

Bu bir zorunlu tercih olup hiçbir çıkara, maslahata veya reel politiğe feda edilemeyecek kadar kat`îdir.

Sentez veya montajlanmış, aziz İslam`ın ruhundan fersah fersah uzaklaştırılmış ucube kimlik arayışları veya üst kimlik ihdasları ile İslam dünyasına rehberlik edilemeyeceğini, Müslüman bir topluma ancak ve ancak aziz İslam`ın rehberlik edebileceğini bilmek zorundayız.

Biraz Kemalizm, biraz makro-mikro milliyetçilik, biraz muhafazakârlık, son tahlildeki gibi biraz da N. Fazıl-Nihal Atsız karışımı Türklük esaslı bir üst kimlikle bırakın İslam dünyasına, uzun vadede kendi halklarımıza dahi liderlik edemeyeceğimizi görmeliyiz artık.

“Kemalizm`in gadrine uğramamak için ilk nesil siyasetçilerimizin laikliğe aykırı eylem ve söylemlerin odağı haline gelmeme adına” kullandıkları ‘milliyetçi-muhafazakar` gibi kamuflaj kelimelerden kurtulmayı beklerken siyasi iradenin bunu neo-ulusalcı bir yurtseverlikle harmanlaması, bana göre gidişatın en tehlikeli boyutunu oluşturmaktadır.

Hakikatle hamasetin yer değiştirdiği, dizilerle bir tarihin oluşturulmaya çalışıldığı, konuşması gerekenlerin ise liderlik mekanizmasına atıfla her söylemi veya eylemi iftâ etme görevi üstlendikleri tuhaf bir sürecin içindeyiz.

Tarihçilerimiz olayları sadece kaydetme görevini icra eden eskinin “vakanüvisleri” haline gelmişler.

Batılı tarihçilerin tarih felsefesine yoğunlaşarak içinde boğulacakları girdapları aşma, tarihi sürekli güncelleme ve böylelikle tarihten ibret alarak sürekli mesafe kat etme hususiyetlerinden hiç mi hiç ders almamışlar, almıyorlar.

Oy devşirme veya politik kazanım elde etmeye, rüyamızda görsek inanamayacağımız devasa bütçeler ayrılırken medeniyet tasavvurumuzu güncelleştirecek, merhum Âkif`in ifadesi ile “Aziz İslam`ı asrın idrakine söyletecek” tek bir çaba sarf edilmiyor veya tek bir kuruş harcanmıyor.

Var olanlar da politik kaygıları ağır basan niyetlerle yapıldığından semerelerinden bereket elde edilmiyor maalesef.

Hakikat ve siyasetin yerini hamasetin aldığı toplumlar ‘günü kurtarma` irade ve idaresine maruz kalırlar.

Bu da maalesef doğruların eğri, eğrilerin de doğru olarak görülmesiyle neticeleniyor.