MESCİD-İ AKSA BİZİM, AYASOFYA BİZİMDİR
Mescid-i Aksa Müslümanların ilk kıblesi olması cihetiyle ilk günden itibaren Müslümanların üç kutsal mabedinden biridir.
Mescid-i Aksa, içinde kılınan bir vakit namazın başka yerde kılınan namazlardan beş yüz kat daha faziletli olduğu Peygamber müjdesine mazhar olmuştur.
Hz. Ömer döneminde fethedilen Kudüs toprakları İslam toprakları (kaç defa işgale uğramış olsa da yine) İslam topraklarıdır. İslam hukukuna göre bir kere fethedilmiş topraklar ebediyen İslam toprakları olarak kalır. Hakeza Mescidi Aksa da İslam mabedidir ve öyle kalacaktır. İşgali durumunda bütün Müslümanlar üzerine cihad vacip olur.
Hakeza Ayasofya-i Kebir için de aynı durum söz konusudur. Nasıl ki, Konstantaniye İslambul'a çevrildi ise, Ayasofya da Fatih Sultan Mehmet'in eliyle -Rumlardan satın alınarak- kiliseden camiye çevrilmiştir. 86 yıllık bir esaretten sonra, Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın vesilesiyle tekrar eski özgürlüğüne ve ihtişamına kavuştu elhamdülillah.
Eskiden beri bu her iki Ulu Mabet üzerinde farklı dinlerin ve milletlerin hesabı vardır. Unesco destekli batılı emperyalistlerin gizli ajandalarında ne gibi senaryoların yazılı olduğunu az çok biliyoruz. Kendilerince eskiye dönük gerçekleri çarpıtarak hak tespitinde bulunuyorlar.
Ama heyhat! Geçmiş geride kaldı, geleceğin de hesabı var. Müslümanlar bundan gafil değiller.
Sözde uluslararası bir hayır kuruluşu olarak bilinen ve aslında İngilizlerin güdümünde olan Unesco, İslam toprakları üzerinde ve özellikle Mezopotamya ve Anadolu topraklarında çok kirli hesaplar ve hain emeller peşindedir. Buralardaki tarihi eserleri, dünya kültür mirası adı altında İslam öncesine ait kılmak için aslını ve özünü bozmaya çalışmaktadır.
Son birkaç yıl önce Dünya Kültür mirasını koruma adına Diyarbakır Ulu Camii'ni restore etme adı altında onarırken duvarlarındaki -sıvalanıp kapatılmış- haçları ve simgeleri bir bir ortaya çıkardılar. Şimdi Müslümanlar o haçlara doğru namaz kılıyorlar. Aynı durum Ayasofya için de geçerlidir. Müze döneminde ortaya çıkarılan Meryem Ana portresi gibi birçok çizim sembol ve işaretler, hala yerini korumaktadır.
Geçenlerde kendilerine ait olan bu kalıntılara dokunmamak amacıyla UNESCO Türkiye Cumhuriyeti yetkililerini uyardı. Gerçi Dışişleri Bakanlığı; "bu bir bağımsızlık meselesidir" diyerek reddetti ise de UNESCO bunun peşini bırakacak değil! Çünkü alışmışlar, şimdiye kadar hep böyle yapmış ve yaptırmışlar. Bunu başarabilirler mi? Orasını hâkim irade gösterir.
Bildiğim tek şey var, o da UNESCO denilen ifsad şebekesi aracılığıyla dünya kültür mirasını koruma adı altında insanımızın dikkatini Aziz İslam'dan İslam öncesi muharref dinlere, batıl inançlara çevirmek, kendi kadim kültürlerini ve inançlarını canlandırıp zihnimize yerleştirmek için gece-gündüz çalışmalarıdır.
Son zamanlarda Şanlıurfa'da ortaya çıkarılan "Göbekli tepe" ve Diyarbakır'ın Çınar İlçesindeki Zerzevan kalesi gibi yeraltından çıkarılan antik eserlere verilen olağanüstü ilgi, bu kültürü gündeme taşıma ve canlandırma çabalarının bir neticesidir.
Aziz İslam'ı bir sömürü aracı olarak gösterip Kürt gençlerinin zihnine lanse etmeye çalışan terör örgütü PKK da -hiçbir dine inanmadıkları halde- gençleri İslam'dan soğuttuktan sonra hala bir din arayışında olanları Zerdüşt dinine yönlendiriyorlar. Onlara Zerdüşt'ü Kürtlerin peygamberi olarak lanse etmeye çalışıyorlar.
Şu hâlde yer altından çıkarılan heykeller, yazıtlar insanlık tarihini tespit etme noktasında sadece putperest inançları temsil edebilir. Tevhit dönemi adına hiçbir tespitte bulunamaz. Çünkü tevhit dönemine somut şeyler heykeller bulmak mümkün değildir. Nitekim peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, Mekke Fethinde Kâbe etrafında döşeli tüm putları kırıp atmıştır.
Sonuç olarak kendini tahıl ambarında gören aç horoz gibi renkli rüyalar gören tüm Emperyalistler, Siyonistler ve kuklaları bilsinler ki, bir kere İslam'ın hakimiyeti altına girmiş olan topraklar ve bu topraklar üzerindeki mabetler ve değerler İslam'ın malıdır.
Dolayısıyla Mescid-i Aksa bizim, Ayasofya bizim ve Kurtuba da bizimdir.