• DOLAR 32.384
  • EURO 34.677
  • ALTIN 2407.669
  • ...

Peygamber Aleyhisselam’dan İslam’a davet mektubu alan Yemen taraflarında yaşayan Necran Hıristiyanları bir heyet halinde Medine’ye, Rasûlullah'ın (s.a.v) yanına gelmişlerdi.

Hem Âl-i İmran suresinin iyi anlaşılabilmesi hem de Müslümanların dış dünya ve özellikle Hıristiyan âlemiyle hangi temeller üzerine ilişki kurması gerektiğini anlayabilmek için birçok yazımda ve konuşmamda dile getirdiğim bu olayı geniş bir İslam tarihinden mutlaka okumanızı tavsiye ederim.

Necranlı Hıristiyan heyetin Medine’de kaldığı bu üç dört gün içerisinde önemli tartışma ve müzakereler olmuş, Kur’an’ın ışığı altında Hıristiyanlık masaya yatırılıp, Hazreti Meryem’in, Hazreti İsa’nın gerçek kimlikleri, onun getirdiği dinin özü ortaya konmuştur.

Buna rağmen hâlâ yanlışlarda ısrar edenler Kur’an tarafından lânetleşmeye, mübâhaleye davet edilmiş, onlar böyle bir şey yapmaktan çekinmişlerdir. Sonunda Medine’den ayrılırlarken ileri gelenleri başta olmak üzere önemli bir kısmı Müslüman olmuş.

Memleketlerine dönerlerken, İslam’ı öğretmek ve kendilerini yönetmek üzere emîn bir kişiyi de kendileriyle birlikte göndermesini Rasûlullah’dan (s.a.v) istemişler, o da:

“Yarın ben emînlerin emîni olan birisini sizinle birlikte göndereceğim!" buyurmuştu.

Kimdi acaba bu emînlerin emîni diye nitelenen kişi? Bütün ashab-ı kiram merak içinde kalmıştı.

Ertesi gün mescidde sabah namazından sonra Rasûlullah (s.a.v) yüzünü ashabına çevirdi, gözleri birisini arıyordu.

Hz. Ömer (r.a) diyor ki: “O güne kadar hiç bir zaman içimde riyaset isteği duymamıştım, fakat o gün öylesine istedim ki, Rasûlullah’ın (s.a.v) "emînlerin emîni" diye nitelediği kişinin kendimin olmasını, beni kastetmiş olmasına öylesine bir arzu duymuştum ki. Hatta gözüne görüneyim diye oturduğum yerde dizlerimin üzerine dikiliyordum. Fakat Rasûlullah’ın (s.a.v) aradığı kişi ben değildim, çünkü beni gördüğü halde çağırmıyordu.”

Daha sonra gerilerden Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı görüp çağırdı, yanına oturttu ve Necran heyetine:

"İşte emînlerin emîni! Her ümmetin bir emîni vardır, bu ümmetin emîni de Ebu Ubeyde'dir" buyurdu ve onlarla birlikte Yemen'e gönderdi.

Tarih boyunca toplumların en büyük arzusu kendilerini emin ellere teslim etmek veya teslim oldukları kişinin en büyük özelliğinin emin birisi olmasıdır.

Müslümanlar şehirde kendilerini yönetecek kişiye “Şehir emini, Şehremini” demişlerdir.

Yaklaşmakta olan mahalli seçimleri bu açıdan ele almak durumundayız.

Yerine göre ülkenin tamamını idare etmekten, merkezi iktidardan da önemlidir.

Yaşadığımız kent merkezini emin bir ele teslim etmek Müslümanlar için hem huzura kavuşmaktır, hem de ciddi bir yükümlülüktür, bunu asla unutmayalım ve hafife de almayalım.