• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

GEL OTUR BÜLENT!

Bir de Orakoğlu meselesi var ki evlere şenlik!

Bir dönem Tansu Çiller’e çok yakın duran, sonrasında Cem Uzan’ın Genç Partisinden aday olan, şimdilerde Erdoğan’a yakın Yeni şafak Gazetesinde yazılar yazan Bülent Orakoğlu, garip ilişkileri olan bir eski polis…

PKK’nin analizcisi, yalanları için bu kez Orakoğlu’nu delil gösteriyor:

“Bir dönemin Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu, Hatay’da Tuğgeneral Temel Cingöz’le birlikte yemek yerken, Cingöz’ün yanlarında ayakta duran birine “Gel otur Hüseyin dedi. Tabii Hizbullah operasyonundan sonra o adamın Hüseyin Velioğlu olduğunu öğrendik.”

Bu konu daha önce Doğruhaber Gazetesinde şu şekilde işlenmişti:

“Orakoğlu’nun iddialarını Sabah gazetesi “Gel Otur Hüseyin” başlığıyla manşete çekince biz de gazetemizde “Gel Otur Bülent!” başlığıyla bir yazı kaleme almıştık. Bu yazıda Orakoğlu’nun yalanlarına ek olarak özellikle karanlık ilişkilerine ışık tutmuş, JİTEM, Ergenekon ve mafya bağlantılarına dikkatleri çekmiştik. (…)

Sabah gazetesindeki açıklamasından sonra muhabir arkadaşımız, Orakoğlu’nu arayıp durumu bir de kendisinden öğrenmek istediğini belirtiyor. Orakoğlu, söylediklerini yine tekrarlıyor, ancak önemli bazı “nüans” farklılıklarıyla: “Albay Vicdan Başaran ve Temel Cingöz’le beraber yemeğe oturduk. Korumalar ve şoförler de başka masalarda yemeğe oturmuşlardı. Ancak kapıda bekleyen bir kişi dikkatimi çekti. Ben de “Vicdan Bey, bu arkadaş niye bekliyor, o da yemek yesin” dedim. Bunun üzerine Vicdan Başaran da “Gel otur Hüseyin!” dedi. Hüseyin yanımıza gelip yemeğe oturdu.” diyor.

   Muhabirimizin, “Peki, bu şahsın Hüseyin Velioğlu olduğunu nereden biliyorsunuz?” sorusuna karşılık da Orakoğlu ilk kez “Kartı vardı, bana kartını verdi, oradan biliyorum” diyor. Ancak ne hikmetse Orakoğlu “O kartı uzun süre muhafaza etmeme rağmen kaybettim” demeyi de ihmal etmiyor.

Dikkat edilirse gerek iddianamede, gerekse diğer yayın organlarında öne çıkan Temel Cingöz faktörü, nedense muhabirimizin sorusu karşısında Albay Vicdan Başaran faktörüne dönüşüveriyor. Bu arada muhabirimizin “Madem öyle, Hizbullah’a yönelik bu kadar operasyon gerçekleştirildi, sansasyonel sayılabilecek gelişmeler olmasına rağmen bu bilgiyi neden bugüne kadar sakladınız?” sorusu ise Orakoğlu’nun sinirini bozmaya yetiyor ve “Böyle soru olur mu? Fatih Altaylı da aynı şeyi sordu bana, soru mu soruyorsunuz, yoksa mahkeme gibi sorguya mı çekmeye çalışıyorsunuz?” diyerek bugüne kadar esirgediği “engin bilgilerini” nedense Ergenekon süreciyle beraber dile getirme gereğini duyuyor?”

Bunlar daha çok Orakoğlu’nun “gündeme gelmek için uydurduğu” bir konu. Asıl Orakoğlu kimliği ise çok daha şaşırtıcı…

Enis Berberoğlu, Ağustos 2008’de Hürriyet’te yayınlanan bir yazısında bakın Bülent Orakoğlu için neler diyor:

“JİTEM olarak anılan jandarma istihbarat birimini Veli Küçük ile birlikte kuran Emekli Albay Arif Doğan önceki gün gözaltına alındı. Muhafazakâr matbuat daha çok evinden çıkanla uğraştı.

Aşikâr nedenle, albayın yakın mazideki ilginç ilişkiler ağı göz ardı edildi.

Çünkü kıymetli albayımız sadece Veli Küçük ve Sedat Peker’le irtibatlı değil. Aynı zamanda emekli emniyet istihbarat müdürü Bülent Orakoğlu’nun 2004 seçimlerindeki finansörü.

Kimdir Bülent Orakoğlu... Önce onu anlatalım.

Aslında bu köşenin emektarları iyi hatırlar.

* 28 Şubat döneminde devrin İçişleri Bakanı’na, gazeteci Hakan Akpınar’ın önünde "167 bin polis var, ayrıca her şart altında savaşmasını bilen 7 bin de özel tim görevlisi var. Askerin darbe yapmadan önce polisi de yanına alması gerekir. Polis eski polis değil artık" dediği ileri sürülen polis şefiydi Bülent Orakoğlu. Kendisi yalanlasa da...

* Yine aynı süreçte "Asker darbe yapacak mı?" merakıyla Genelkurmay’ı dinletmeye kalktığı iddiasıyla yargılanan (ve beraat eden) istihbaratçıydı Bülent Orakoğlu.

Emekliye sevk edildiğinde muhafazakâr medya tarafından özgürlük savaşçısı olarak selamlandı. Duydum ki birkaç kitap yazdı, o dönemde gazetecilik yapanlara sövdü, saydı.

Ne var ki AKP iktidarında aniden bu kimliğinden sıyrıldı.

2004 yerel seçimlerinde siyasete atılarak Eskişehir’den aday oldu.

Hem de hangi partiden biliyor musunuz? Genç Parti’den. Meydanlarda AKP’ye ve Tayyip Erdoğan’a "Allahsız" diyen Cem Uzan’ın adayıydı. Gazete ve TV’sinde her gün askeri darbeye kışkırtan Cem Uzan’ı "Erdoğan’ın karşısındaki tek rakip" olarak ilan ediyordu Bülent Orakoğlu.

Aslında Ergenekon diye bilinen soruşturmanın ilk adımı Kelebek operasyonuydu.

Sedat Peker çetesinin teknik takibi sırasında Veli Küçük ve bugün şüpheli konumundaki çoğu isim polis radarına yakalandı. Ama nedense işlem yapılmadı, beklendi.

Mesela Bülent Orakoğlu’nun verdiği banka hesap numarasına yatırılan 10 milyar Türk Lirası bu teknik takip sayesinde aydınlandı. Sedat Peker’in adamı Erhan Korkmaz önce Orakoğlu’nu aradı, eski polis şefi yatacak paranın miktarını sordu, ardından hesap numarasını verdi.

JİTEM kurucusu emekli Albay Doğan, hemen Orakoğlu’nun hesabına yatan paraya sahip çıktı:

"Parayı ben gönderdim kardeşim. Bülent, seçim kampanyasında maddi sıkıntıda olduğunu hatta adaylığı bile bırakmayı düşündüğünü söylemişti. Bu tamamen dost desteğidir. Sıkıntısını çözmek için eşimizi dostumuzu devreye soktuk." (Hürriyet, 3 Kasım 2004)

Devreye sokulan eşin-dostun kim olduğunu öğrenmek mümkün değildi...

Çünkü istihbaratçı albay yakın zamanda geçirdiği by-pass ameliyatında aldığı narkoz nedeniyle ciddi unutkanlık yaşıyordu(!). Bülent Orakoğlu ise önce Peker’le hiçbir ilişkisi olmadığını açıkladı, ama sonra Arif Albay aracılığıyla Peker’le tanıştığını kabul etti. (Vatan, 9 Ocak 2005)”

Arif Doğan, Bülent Orakoğlu, Sedat Peker ve daha bilmem neler…

PKK analizcisinin kimleri kaynak gösterdiği ilginç öyle değil mi?

“Kişi kendinden bilir işi” sözü bu meselede tam da yerine oturuyor.

Arif Doğan gibi, Bülent Orakoğlu gibi hiç de muteber olmayan tiplerden alıntılar yaparak birilerini karalamaya kalkışıyorsanız “sizin altınız ıslak” ve siz bunu gizlemeye çalışıyorsunuz demektir.

“Örtülü ödenekten” alınan para meselesinden söz ettik. Şimdi Pilot Necati meselesine girip zaten bozuk olan dengenizi biraz daha bozmayalım.

BİR YALAN ÜZERİNDE TEPİNMEK

Yalan olduğu bilinmesine rağmen sürekli dillendirilen iddialardan biri de “Hizbullah’ın  devletten destek aldığı” iddiasıdır. Konu o kadar çelişkilidir ki aynı yazı içerisinde Hizbullah’ın hem Jandarmada hem de Çevik Kuvette eğitildiği iddia edilir. İddiaları desteklemek için kullanılan veriler de yalan bilgidir ve bazen bu çok iyi bilinmesine rağmen tekrarlanır.

Mesela şu iddia…

“Gazetecilerin sorusu üzerine, dönemin Batman Emniyet Müdürü olan Öztürk Şimşek, “Hizbullah’ın üzerine nasıl gidelim? Karargahları JİTEM binasının yanındadır” diyor ve yanındaki Batman Vali Vekili Mustafa Ali Örnek de “evet maalesef öyle” diye onaylıyor.”

Batman Emniyet Müdürü Öztürk Şimşek, “Bunların Gercüş’ün Çiçekli, Sekilli ve Gönüllü köylerinde kampları var. Silah eğitimini de jandarmadan gelen bazı subay ve astsubaylardan alıyorlar” diyerek nerelerde ve nasıl eğitildiklerine işaret ediyor.”

Aslında mesele tam da meşhur fıkradaki gibidir.

Bektaşi’ye neden namaz kılmadığı sorulduğunda “Kur’an’da ‘namaza yaklaşmayın’ ayeti var ya” demiş kendinden emin bir şekilde.

Devamında geçen “içkili iken” kısmını görmek istemez.

PKK medyası ve onlardan beslenen bazıları da aynen bu durumdadır.

Emniyet Müdürü bir şeyler söylemiş; ama nedense sözlerinin sadece bir kısmını alıp uydurulan yalanın üzerinde tam 25 yıldır tepinenler var.

Bakın bu konuda “Emniyet Müdürünü kanser eden olay” diye bir yazı yazan Saygı Öztürk ne diyor:

 “Hizbullah örgütünün bu kadar büyümesinde güvenlik güçlerinin gerçekten katkısı var mı? Katkısı varsa, nasıl oluyor da, aynı devlet binlerce Hizbullah militanını yakalayıp cezaevine atıyor?

Hizbullah örgütünün Hasankeyf ve Gercüş yöresinde kamplarının bulunduğu, jandarma denetiminde eğitim aldıkları da öne sürülmüştü. TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu, olayların merkezi konumundaki Batman’da da görevlilerin ifadelerini video kasete aldırdı. Komisyon Başkanı Sadık Avundukluoğlu, dönemin Batman Emniyet Müdürü Öztürk Şimşek’e soruyor:

-Hizbullah’ın Jandarma korumasında kampları var mı?

-Evet, evet… Biz de bu söylentileri duyduk. Araştırdık. Ancak böyle bir şeyin olmadığı anlaşıldı.

Bu kaset o dönemde bir televizyon kanalında yayınlandı. Ama Emniyet Müdürü Öztürk Şimşek’in cevabının sadece “evet, evet” sözcükleri yer aldı. Cümlenin gerisi getirilmediği için Batman Emniyet Müdürü sanki “Hizbullah’ın Jandarma korumasında kampları bulunduğunu” söylemiş gibi oldu ve bu iz bir daha da silinemedi”

Terörle mücadele konusunda o günlerde Batman Valisi Salih Şarman etkili çalışmalar yürütüyordu. Kendisine bu iddiaları sorduğumda şunları söylüyor: (Vali) Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu Başkanı Sadık Avundukluoğlu’nu telefonla aradım. Kendisi de Emniyet Müdürünün sözlerinin kesildiği ve yanlış anlamalara meydan verildiği için çok üzüldüğünü söyledi. Bana Emniyet Müdürü Öztürk Şimşek’in ifadesini faksla geçti. Kendisi de bu durumu düzeltmek için basın toplantısı yapacağını söyledi. Aynı gün ben Batman’da basın toplantısı yaptım. İçişleri Bakanlığı da yazılı basın açıklaması yaptı. Sadık Avundukluoğlu, sanki bunlar yaşanmamış gibi televizyonlara çıkıp Hizbullah’ın Jandarma korumasında kamplarının bulunduğunu dönemin Emniyet Müdürü Öztürk Şimşek’in ifadesinde belirttiğini söylüyor. 180 derecelik dönüş karşısında şaşırdım.”

PKK analizcisi kirli devletin tüm tutarsız argümanlarını delil olarak getiriyor ya, buyurun biz de size benzer kaynaklardan bir delil getirelim.

PKK ve Jitem itirafçısı Abdulkadir Aygan’dan…

Abdulkadir Aygan, bu tartışmaların yapıldığı sıralarda sosyal medyadan şöyle bir mesaj paylaştı:

“Hizbullah” konusunda sık sık sorular geliyor. Bu konuda son kez tekrar etmek ihtiyacı duyuyorum. Her kim Hizbullahı nasıl değerlendirirse değerlendirsin. 1092-1993 yılında Hizbullah konusunda 7. Kolordu komutanlığında yapılan istihbarat toplantısında okunmak üzere JİTEM tarafından Binbaşı C. Aydın’a rapor yazmış bir memur olarak kendi görüşümü yazıyorum.

Kısa ve Öz: 

Güneydoğu’daki Hizbullah; hem laik Kemalist zihniyetin devlet erki eliyle uyguladığı baskı, zulüm, inkar ve yok edici politikaya karşı, hem de Kemalist-laik-faşist zihniyetin Güneydoğu’daki taşeronu PKK’nin Müslüman Kürtlere ve masum Türk halkının çocuklarına karşı giriştiği katliamlara, zulme, ihanete tepki olarak ortaya çıkmıştır. “JİTEM’in Hizbullah’ı kurduğu” yalandır, iftiradır, hedef şaşırtmak için ortaya atılmış bir iddiadır.”

Batman Emniyet Müdürü de Abdulkadir Aygan da aynı dönemde resmi devlet görevlisidir.

Ortada iki açıklama var.

Birincisinin açıklaması çarpıtıldığı ve eksik aktarıldığı için şüpheli iken, ikincisinin sahibi ise halen açıklamasının arkasında duruyor.

Bu iki açıklamadan birini görmezden gelip, eksik olduğu için yalan ve iftiraya dönüşen diğeri üzerinde tepinmek, zaten ilmi değeri olmayan bir davranıştır; ama aynı zamanda sadece yalana odaklanan bir zihin dünyasına sahip olmaktan dolayı meselenin psikolojik açıdan “hastalık” olarak da değerlendirilmesi yanlış olmayacaktır.

KİMLER KİMLERLE BERABER

Kimi iddialar yalancının yüzünü kararttığı gibi kirli ilişkilerin üzerini örtmede de kullanılabiliyor.

Mesela aşağıdaki iddia gibi…

“Gazeteci Halit Güngen 6 Şubat 1992 tarihinde yayınlanan “Hizbullah Çevik Kuvvet merkezinde eğitiliyor” başlıklı haberi ile devlet-JİTEM ilişkilerini deşifre ettiği için katledildi.”

Dönemi göz önünde bulundurduğumuzda iddianın tutarlı bir tarafı yok.

Öyle ya devlet, destek verdiği bir örgütün onlarca elemanını neden yakalayıp cezaevlerine atsın? Neden çok sayıda kişi örgüt üyesi suçlamasıyla yakalanıp işkencede öldürülsün?

Ama burada bir şeyin üstü örtülmeye çalışılıyor.

Halit Güngen’in kim olduğu konusu son derece önem arz etmektedir.

Evet, Halit Güngen, Doğu Perinçek’e ait olan 2000’e Doğru dergisinin çalışanıdır.

O dönem “görevi gereği” PKK’ye yardım etmektedir Halit Güngen. Tıpkı Doğu Perinçek gibi. Güngen, yaptığı haberde Silvan’da Hizbullah’a yakın olan birinin evinin krokisini vermiş ve Hacı Biçer adındaki bu kişi PKK saldırısıyla hayatını kaybetmiştir.

O dönemlerde Doğu Perinçek, Beka’da Öcalan’a çiçek vermekte, beraber PKK gerillalarını teftiş etmektedirler.

Perinçek çok sonraları yaptıklarının “devletin faydasına” olduğunu söyleyecekti.

Aydınlık yazarı Yavuz Alogan şunları yazdı:

“90’lı yıllarda Sovyetler Birliği çökmüştü. PKK ne yapacağını bilmez haldeydi. İşçi Partisi bu örgütün dünyanın bütün istihbarat örgütleri tarafından yönlendirilmek üzere olduğunu gördü ve onu Millî Demokratik Devrim sürecinin bir parçası haline getirmeye çalıştı (tıpkı Mustafa Kemal’in 1920’lerde yaptığı gibi). O dönemde Doğu Perinçek’in Doğuda feodal ilişkilerin çözülmesi ve işçi/köylü mücadelesi bağlamında bu konuyu tartıştığını hatırlıyorum. Türkiye’nin iç savaşa sürüklenerek bölünmesini önlemek için uğraşıyordu.”

Evet, tam o yıllarda “derin devletin” iki önemli aparatı olan Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük’ün Öcalan ziyaretleri ve PKK’ye destek olarak anlaşılan açıklamaları dikkatle takip edilmelidir. PKK’nin Hizbullah’ı hedef alması tam da bu süreçte başladı. İzleri takip edenler PKK’nin Hizbullah’a saldırmasında Perinçek ve Küçük etkisini kolaylıkla fark edeceklerdir.

Bir de şu var.

Bir dönem Perinçek’e çok yakın olan, aynı dergi ve gazetede yazan; ama sonra ayrıldığında “MİT’çi”, “CIA elemanı” diye suçlanan Soner Yalçın’ın sahibi olduğu odatv, bakın neler diyor PKK-Perinçek ilişkisi için:

“1) Aydınlık hareketi, 1970’li yıllarda PKK ile mücadele etti. Bu uğurda Aydınlıkçılar canlarını verdiler.

2) 12 Eylül 1980’den sonra Aydınlık hareketi özeleştiri yaptı. PKK’ya yakınlaştı. Bu yakınlık öylesine sıcak diyaloglara döküldü ki, Aydınlıkçılar yayın organları 2000’e Doğru’da, ‘gerillalar komutan kaçırdı’ gibi propaganda kokan yalan haberler bile yaptılar. Ödüllerini de aldılar: Öcalan başta Doğu Perinçek olmak üzere üç Aydınlıkçının SHP listesinden TBMM’ye girmesini teklif etti. Ancak Perinçek daha çok milletvekili istedi. Anlaşamadılar.

3) 1990 yılların ikinci yarısından sonra Aydınlık ile PKK arasında soğuk rüzgârlar esmeye başladı.

4) Son yıllarda Aydınlık, PKK’ya tıpkı 1970’li yıllarda olduğu gibi savaş açtı. Şimdi gelelim meselenin Uğur Mumcu’yla ilişkisine: Uğur Mumcu öldürülmeden önce ‘Öcalan-MİT’ ilişkisini araştırıyordu. O dönemde Perinçek, Öcalan’a Bekaa’da kırmızı karanfil veriyordu.

Mumcu, Öcalan MİT ilişkisi konusunda Cumhuriyet’te bazı makaleler yazdı. Mumcu’nun, Öcalan’la ilgili yazdıklarına en büyük tepki kimden geldi dersiniz; Doğu Perinçek’ten! Yayın organı 2000’e Doğru dergisinde Mumcu’yu, CIA-MOSSAD ajanlığı ile itham etti.

Perinçek’i bu kadar öfkelendiren neydi biliyor musunuz? Mumcu’ya göre Öcalan Aydınlık’ın (o dönemdeki adı Şafak’tı) bildirilerini dağıtırken, yakalanmış ve bu dönemde MİT tarafından ‘devşirilmişti’.

Uzatmayalım, gelelim bugüne: Doğu Perinçek ve Aydınlıkçılar, Mumcu’nun doğru yazdığını söylüyorlar. Aydınlık’ın son sayısında Uğur Mumcu’ya övgüler düzüyorlar! Rahmetli Mumcu, Perinçek ile aynı çizgide buluşmaktan memnun mudur bilenmez.

Bilinen; Mumcu’nun yaşadığında, “ÖCALAN’IN MİT İLE İLİŞKİSİ NEDEN AYDINLIKCILARI RAHATSIZ EDİYOR” sorusuna yanıt bulamadığıdır.

Sahi 1990’lı yılların başında Öcalan’ın istihbarat ilişkilerinden rahatsız olan Aydınlık bugün neden ‘PKK’yı MİT kurdu’ diye haber yapmaktadır. Siz siz olun Perinçek’in ne dediğine değil, ne demediğine bakın!” (https://www.odatv.com/siyaset/dogu-perincek-mit-iliskisinin-tarihsel-sureci-497)

Şimdi ANF analizcisine şöyle bir soru sorma hakkımız vardır sanırım:

Halit Güngen, çalıştığı kurum, Güngen’in lideri ve yayın yönetmeni olan Perinçek, ne kadar güvenilirdir?

Eğer “güvenilirdir” diyorsanız “PKK’nin MİT ve MOSSAD ile ilişkili” olduğu iddialarını da güvenilir buluyorsunuzdur, o zaman tüm iddialarınız çökmüş oluyor. “Güvenilir değildirler, MİT elemanıdırlar” diyorsanız neden güvenilmez kişilerin iddiaları üzerinde bu kadar duruyor, bir yalanı bu kadar sürdürüyorsunuz?

Devam edecek…