• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Bu coğrafyanın ilginç bir huyu vardır: İnsanların genelde öldükten sonra kıymeti anlaşılır.

Tabii bu bazen ortamın manipüle edilmesine yönelik bir hamle olur, bazen “herkes iyidir diyorsa vardır bir bildikleri” diyerek “sürü psikolojisine” takılı kalanların çıkardığı seslerin diğer tüm sesleri bastırması şeklinde olur.

Ulusalcıların, liberallerin hatta bir kısım sosyal demokratın “Erbakan güzellemelerini” başka nasıl okuyabiliriz ki?..

Değeri sonradan anlaşılanlardan biri de sanırım Sabahattin Ali’dir.

Eskiden de “dar bir sosyalist çevrede” bilinirdi Sabahattin Ali; ama şimdilerde sosyal medya popülaritesinin etkisiyle büyütüldükçe büyütülüyor.

İşin en ilginç yanı ise bu parlatma işinin merkezinde “Kemalist sol”un bulunuyor olması…

Bu yüzden itiraz ediyor Ufuk Uras: “Sabahattin Ali'nin kitaplarını yasakla, hapse at, hedef gösterip öldürülmesini tezgahla, sonra gözyaşı döküp, her yıl anmalarını düzenle. Ne yürek yaralayıcı bir tiyatro bu!”

Evet, Sabahattin Ali’nin kitaplarını yasaklayan, onu hapse atarak hayatı zehir eden ve en sonunda da bir komployla öldürten dönemin CHP hükümetidir.

Hayır, bunu biz söylemiyoruz, 2012 tarihinde bir televizyon kanalında Kemal Kılıçdaroğlu söylüyor:

"Cumhuriyet dönemiyle ilgili pek çok hatalar oldu, yanlışlar oldu. Nazım Hikmet'i kim hapse attı? CHP. Sabahattin Ali'yi kim öldürttü? CHP. Doğrulara her zaman doğru deriz ama yanlışların da istismar edilmesi doğru değil, biz bunu söylüyoruz.”

Ama size bir şey söyleyeyim mi, 2012’deki bu açıklama bir “siyaset kazası” idi ve bir daha o hata yapılmadı.

Özgür Özel şöyle bir mesaj attı bu sene: “Edebiyatımızın en güçlü kalemlerinden, en çok okunan eserlerin yazarı Sabahattin Ali'yi katledilişinin yıldönümünde saygıyla anıyorum.”

Bu arada Sabahattin Ali’nin “Atatürk’e hakaretten” dolayı hapiste tutulduğunu da nedense Kemalistler görmezden gelir.

Olay kısaca şöyle:

Sabahattin Ali, yazdığı bir şiirde Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle öğretmenlikten atılır ve cezaevine girer. Sabahattin Ali, kendisine bir komplo kurulduğunu ve şiirinin değiştirildiğini iddia etse de bu bir şeyi değiştirmez. Atatürk’e affedilmesi için bir mektup yazar.

“Zât-ı âlinizi îmâen ve telmihen tahkiri mutazammın (imâ ve kastederek hakaret eden) bir şiiri yazmış ve okumuş olmak cürmü ile bir sene hapse mahkûm edildim. Mahkeme zabıtlarının sathî bir tedkiki bile bu kararın nasıl bir zihniyetin tesiri altında verildiğini isbat edebilir. Fakat Temyiz Mahkemesi tarafından tasdik edilmiş olması, hükmün isabetsizliğine dair daha çok söz söylemekten beni alıkoymaktadır. Beni en çok üzen yediğim ceza değil, sizin büyük isminizin şahsî intikam vasıtası olarak kullanılabilmesi ve buna müsamaha edilmesi keyfiyetidir.”

Mektubun sonunu ise şöyle bağlar Sabahattin Ali:

“Eninde sonunda hakkımı ispat edeceğimi bilmesem böyle bir ricada bulunmazdım. Beni affedecek kadar büyük ve iyi kalpli olduğunuzdan eminim.

Ellerinizden öperim efendim. 14 Nisan 1933.”

Kimi Kemalist solcular, Nazım Hikmet’in affedilmesi için 1938’de yazdığı mektubun Atatürk’ün eline ulaşmadığını iddia ederek “Eğer Atatürk haberdar olsaydı onu cezaevinden çıkarırdı” demeye getiriyorlar; ama gördüğünüz gibi Sabahattin Ali’nin yazdığı mektubun tarihi 1933’tür ve Atatürk, af talebini reddetmiştir.

İDAMLARDAKİ İMZA

CHP’nin bu tip “öldürdükten sonra anma” vakaları Sabahattin Ali ile sınırlı değil.

Mesela Deniz Gezmiş ve arkadaşları…

12 Mart darbesi, asker-sivil ortaklığıyla hazırlanan bir “sol darbeyi” engellemeye yönelikti; ama kalkışma hazırlığından habersiz, 27 Mayıs darbesinin cunta destekçisi solu, 12 Mart için de önce sevinmiş sonra tepki göstermişti.

Hatta DEV-GENÇ, Deniz Gezmiş ve arkadaşları erken davranmışlar muhtıra ve hükümetin istifasını memnuniyetle karşılamışlar “sivil diktatörlüğün sona erdiğini” ilan etmişlerdi. Muammer Aksoy, Nadir Nadi, Mümtaz Soysal, Ferruh Bozbeyli ve Behice Boran destek açıklaması yapmıştı.

Ancak 12 Mart darbecilerinin ilk işi sol örgüt ve hareketlere operasyon çekmek oldu.

Dev Genç ve TİP kapatıldı, liderleri tutuklandı.

CHP milletvekili olan Nihat Erim, “Başbakan” yapıldı ve geçici bir kabine oluşturuldu.

Deniz Gezmiş ve 2 arkadaşı idam cezası aldı ve meclis oylamasında 28 CHP milletvekili “evet” oyu verdi.

Ve 1972’deki bu idamdan yaklaşık 50 yıl sonra CHP milletvekilleri Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını anma yarışına girdiler.

Gerçekten de CHP’yi, yöneticilerini, tabanını, gazetecilerini anlamak çok zor!

İnsanın önünde Nazım Hikmet, Sabahattin Ali ve Deniz Gezmiş gibi 3 örnek olacak ve onları mağdur eden partinin “ilkelerine sıkı sıkıya” bağlı olduklarını söyleyecekler.

HAİNLER NASIL ŞEHİT OLUR?

Sabahattin Ali ve Nazım Hikmet anması yapan CHP ilginçliğinin bir benzeri de PKK’de var.

Birkaç yıl önce Siyaset Gemisi’nde şöyle bir başlık atmıştık: “Fenerbahçe ve PKK arasında ne fark var?”

Fenerbahçe kulübü, futbolcusu Alex’in heykelini yapmış ve heykelin açılışından sonra futbolcu kulüpten kovulmuştu.

PKK de infaz ettiği kendi elemanlarını sonradan kahraman ilan ediyor hatta Mahsum Korkmaz adına akademi bile açıyordu.

Bu konu ile ilgili Selim Çürükkaya’nın bir yazısından alıntılar yapmak istiyorum:

 “Alman Die Welt Gazetesinden bir muhabir Qandil dağına gitmiş, orada Cemil Bayık’la bir röportaj yapmış. Gazeteci, Cemil Bayık’a sormuş:

 “Eski PKK yetkilisi Selim Çürükkaya, iç infazlardan savaşçılardan veya işkenceden çok kurucu kadroların öldüğünü yazıyor.”

Cemil Bayık ise; “Bu doğru değil. Evet, iç infazlar vardı. PKK ölümünden sonra onurunu birçok kurbana geri verdi. İnfazların çoğundan kimin sorumlu olduğunu biliyor musunuz? Bugün bunun için PKK’yı suçlayan insanlar. Fakat o zamanlar PKK’nın bir parçasıydılar.”

Cemil Bayık’ın cevabını dikkatle okudunuz mu? Önce, “bu doğru değil” diyor!

Ne doğru değil? Onu söylemiyor. Ardından bir itirafta bulunuyor. “Evet, iç infazlar vardı” diyor, “PKK ölümünden sonra birçok kurbana onurunu geri verdi” açıklamasında bulunuyor.

Bu söylemin tercümesi şudur, “PKK kendi içinde çok sayıda üyesini öldürmüş, daha sonra onları şehit ilan ederek onurlarını iade etmiştir.”

Cemil Bayık, böyle bir açıklama yaparak kendisini ve PKK’yi temizlediğini sanıyor. Önce mahkeme kurup veya mahkemesiz yüzlerce kişiyi öldürüyor, bir müddet sonra bu ölümler duyuluyor, aileler kendi çocuklarının akibetini sormaya başlıyor, o gençleri katledenler, bir araya geliyor ve daha önce ajan, hain olarak niteleyip katlettikleri kişileri bu kez şehit ilan ediyor. (…)

“Burada Alman gazetecisini ve kamuoyunu aynı yalanla kandırmaya çalışıyor.

Halbuki PKK içinde hiç kimse bir kadroyu, bir gerilla üyesini kendi başına öldüremez. PKK’nin bütün kongre kararlarında yazılıdır ki, “Parti üyelerinin infazı veya gerillaların infazı önderliğin onayı olmadan gerçekleşemez”

Ve PKK’de kim öldürülmüşse, Öcalan ve Başkanlık konseyi denilen kişilerin, emri, ilgisi ve bilgisi dahilinde öldürülmüştür.

İç infaz tetikçileri de ya ayrıldıklarında öldürüldü ya da onlar da iç infazlarda götürüldü.”