• DOLAR 32.263
  • EURO 35.019
  • ALTIN 2477.44
  • ...

Son zamanlarda ırkçı söylemler ciddi biçimde eyleme dönüşmeye başladı.

Kimi siyasilerin yükselmesinde önemli ölçüde öncülük ettiği “ırkçı saldırganlık” son olarak turistleri de hedef almaya başlayınca meselenin “mülteciler” olmadığı iyice anlaşıldı.

Hatta turistler arasında bile seçici davranan bir “İslam düşmanı” ırkçılığın gündemde olduğunu söyleyebiliriz.

Olayların lokal olmaktan çıkması ve yaygınlık kazanması mevcut şartlar göz önünde bulundurulduğunda bazı soruların da sorulmasına neden olmaktadır.

Öyle ya Körfez ülkeleri ile ilgili önemli ticari gelişmeler yaşanıyor.

Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşta denge politikası uygulayan Türkiye, özellikle tahıl koridoru konusunda dünyanın en azından bir kısmını rahatlatan adımlar atıyor.

Afrika’da Fransa karşıtı adımlar atılıyor ve bu da Türkiye için yani siyasi ve ekonomik adımların atılabileceği bir alanı ortaya çıkarıyor.

Ve böyle bir ortamda birileri alanlara çıkıyor, sosyal medyada örgütlenerek, yoğun bir nefret dili kullanarak bir tahribata sebep oluyor.

Meselenin küresel güçlerin operasyonu olduğunu söyleyenler de var, Siyonist istihbarat şebekesinin ve Baas şebihhalarının yaşananlarda parmağı olduğunu söyleyenler de…

Devletin siyasi ve ekonomik planlarının bile zarar görmeye başladığı bir ortamda “ciddi ve caydırıcı” hiçbir önlem alınmıyorsa, güvenlik ve yargı birimlerinin içinde de bu zihniyete bir yakınlık duyanların olduğu iddiaları dikkate alınmalıdır.

Olmayacak şeyler değil; ama bunlar “Irkçılık nereden besleniyor?” sorusunun tam olarak cevabı değil.

Eğer bu memlekette iktidarından muhalefetine, eğitiminden medyasına kadar büyük bir kesim kerhen veya isteyerek “Cumhuriyetin kurucu değerlerine bağlılık” vurgusu yapıyorsa ırkçılığın nereden beslendiğini sorgulamaya gerek yoktur.

Altı ok’un birinin “Milliyetçilik” olduğunu ve bu memlekette 70 yıldan fazla bir süre tüm çocuklara her sabah “andımız” adı altında nasıl bir metnin okutulduğunu unutmayalım.

Bu memlekette “kafatası ölçümlerinin” yapıldığını, ezanın bile 18 sene aslından okunamadığını unutmayalım.

Mevcut Anayasa metninde tüm etnik farklılıkların yok sayıldığını, bir ideolojinin dayatıldığını ve kimsenin bu tip maddelerin değiştirilmesinden söz edemeyeceğini de unutmayalım.

Bazı şeylerin değişmesi için adımlar atıldı; ama konjonktür bahane edilerek buna son verildi.

“Irkçılar nereden besleniyor?” sorusuna cevap ararken “dışarıdan” daha çok içeriye bakılması gerektiği ortadadır.

Anayasanın, etnik kimlik dayatmalarından uzak, “eşit vatandaşlık” temelinde, toplumun tarih, inanç ve kültür değerleriyle barışık bir bakış açısıyla yeniden hazırlanması, eğitim, sanat ve edebiyatın da bu zemine yönlendirilmesi, ırkçılığın “beslenme kaynaklarından” en azından bir kısmını tıkayacağı önerisi dikkate alınmalıdır.

Irkçılığın bahanelerinden biri olan “mülteci sorununun” çözümü için de emperyalistleri devre dışı bırakan, bölgesel dinamiklerden yola çıkan ve öteleyerek unutturma değil “çözüm odaklı” atılacak adımlar, tümünü olmasa da kısa vadede birçok sorunun çözümünde büyük katkı sağlayacaktır.

Doğru olan, bölgenin kaynaklarının bölge halklarının refahı için kullanılmasıdır. İltica akınını önlemek için sınırları keskinleştirmek yerine birikimlerin birleştirilmesi ve coğrafyada insani yaşam imkanlarının oluşturulması için “ortak çaba ve ortak hareket” en etkili çözümdür.

Irkçılığın beslenme kaynaklarının kesilmesinde en önemli şey ise Allah ve ahiret inancının kalplere yerleştirilmesidir.

Yazarın Diğer Yazıları