• DOLAR 32.381
  • EURO 34.752
  • ALTIN 2399.245
  • ...

Gazze’de yaşananların özellikle son yüz yıl içerisinde eşi benzeri görülmemiş bir vahşet ve soykırım olduğu konusunda adalet duygusunu kaybetmemiş herkes sanırım hemfikirdir.

İkinci dünya savaşı Batının büyük güçlerinin savaşıydı ve eline fırsatı geçirenler diğerlerine verebilecekleri en büyük zararı verdi; ama tam olarak neler yaşandığı belki de on yıllar sonra ortaya çıktı.

Kore’de belirginleşmeye başlayan Doğu ve Batı bloklarının güç gösterisi söz konusuydu.

Afganistan ve Irak işgalleri geniş alanlarda vuku bulan ve nispeten uluslararası desteğin söz konusu olduğu süreçlerdi. Yaşananların bir kısmı zulmün failleri tarafından bile sahiplenilmedi.

Ruanda’da yaşananlar “kontrollü bir etnik temizlik” operasyonuydu ve olayın azmettiricileri hiçbir zaman işlenen soykırımı üstlenmeyi kabul etmedi.

Ama Gazze’de yaşananlar adı geçen süreçlerden çok farklı…

75 yıldır süren işgal, tehcir ve katliamlar hiç gündeme alınmazken, “Holokost” üzerinden zihinlere iyice kazınan “mağdur Yahudi” paradigması ve “israil’in güvenlik endişesi” sürekli dile getirildi.

İşgale karşı direniş hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak bir hak iken Filistin direnişinin “terör parantezine” alınması ve işbirlikçi rejimlerin baskısıyla bir halkın işgale, tehcire, etnik temizliğe, suikastlara razı olmaya zorlanmasıdır yaşananlar.

Gelelim Gazze’de yaşananların “eşi benzeri görülmemiş” olmasına…

Batı’nın tüm emperyalist güçleri açıkça, Ortadoğu ve Körfez’in işbirlikçileri ise belli etmemeye çalışarak soykırımın ortağı oldular.

6 Batı ülkesi işgalci teröriste silah ve mühimmat desteği sağlarken Mısır ve Ürdün, Gazze’ye yardım girişine engeller çıkararak direnişi zayıflatmaya ve halkın direncini kırmaya çalıştılar.

İrlanda, İspanya ve kısmen de Belçika’dan yükselen insani çağrılar, sokaklara dökülüp “soykırım ortağı olmak istemiyoruz” diye seslerini yükselten insanlar, boyası dökülen Batı medeniyetinin gerçek yüzüyle tanıştılar.

Siyonizm silah ve gıdası kadar fikir müktesebatını da, soykırımcı mantığını da Batı’ya borçluydu.

Garaudy, çok uzun yıllar önce yazdığı “Siyonizm Dosyası” adlı eserinde şu önemli tespitte bulunuyor:

“Sanki Naziler sayısı belirsiz diğer insanları değil de sadece Yahudileri öldürmüşlerdir. Acaba bu davranışla Nazi olayının aslında milyonlarca Amerika yerlisini yok eden ve on milyon Afrikalıyı bu ülkeye taşımak için yüz milyon Afrikalı’yı imha eden genel Batı emperyalizminin bir devamı olduğu unutturulmak mı isteniyor?”

Rakamlar tüyler ürpertici öyle değil mi?

Eğer Afrika yerlilerine karşı işlenen büyük suçların “Batı’nın ortak aklının” ürünü olduğunu unutmadan son yüzyılda yaşananlara bakarsak tablo biraz daha netleşir sanırım.

Öyle ya ikinci dünya savaşının sebebi olarak anlatılan en önemli şey “sömürge paylaşımı” konusundaki anlaşmazlık değil miydi?

Sömürgecilik ve soykırım, Batı tarihinin önemli esaslarını teşkil eder ki, bunların reddedilmesi durumunda geriye pek bir şey kalmaz.

Modern siyonizmin kurucu babası olarak zikredilen Theodor Herzl’in Yahudi geleneğine bağlı olmayan, Batı’nın düşünce atmosferi içinde yetişmiş biri olduğunu unutmayalım. Nitekim Herzl’e göre ‘İsrail Ortadoğu’da Batı’nin kollektif sömürgeciliğinin bir cins “pazarlayıcısı” sıfatını takınmadan’ yaşayamazdı...

Yahudi geleneğini iyi bilen, arızalarını uzun uzun anlatan Garaudy, asıl sorunun ne olduğunu verilerini sıraladıktan sonra şöyle izah eder:

“İsrail Devletinin kuruluş doktrini; arkasına saklandığı Yahudi geleneğinden değil fakat ırkçılığın, ulusçuluğun ve sömürgeciliğin bir başka şekli olan XIX. yüzyıl Batı ulusçuluğundan ve sömürgeciliğinden doğmuş Siyasî Siyonizm’dir.”

Yani soykırıma açıkça destek veren Batı, aslında tarih ve kültürüne sahip çıkmaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları