• DOLAR 32.256
  • EURO 34.729
  • ALTIN 2405.211
  • ...

Bir ara Kemalistlerin dilinde moda bir söylem vardı: “Demokrasi sadece seçim değil.”

Bundan yola çıkarak halk iradesinin batıcı-elitist zihin yapısına uymayan yönde tezahür etmesi durumunda seçim sandıklarının çok da kaale alınmayabileceği, devreye başka “kuvvetlerin” girebileceği ima ediliyor hatta öne sürülüyordu.

Bu “kuvvetler” de sahip oldukları üniformalara ve silahlara güvenerek arada bir siyasi alana ayar veriyor, arada bir alanı boşaltıp sadece “icazet verilenlerin” girebileceği bir hale dönüştürüyordu.

Biz buna bazen darbe, bazen muhtıra, bazen post modern darbe bazen de teknolojik gelişmelere paralel olarak e-muhtıra diyorduk.

Bu “halka ayar verme işi” yaklaşık on yıllık periyotlarla devam ediyordu.

Demirel örneğinde olduğu gibi hem yaşam tarzı hem de zihniyet olarak kendilerine yakın olanlara bile tahammül edemediler.

İslamköylü Süleyman ne zamanki Çankaya’ya kuruldu, senfonileri dinlerken “işte çağdaş Türkiye” dedi, dindar insanlara “Arabistan’a gidin” diye höykürdü, işte o zaman muteber bir siyasetçi haline geldi batıcı-elitist taifenin gözünde.

Her şeyin sahibi onlardı.

Kuralları kendilerinin koyduğunu iddia ediyor, istedikleri zaman değiştirebileceklerini söylüyorlardı.

Aslında biz bu sözlerin eyleme dönüştüğü yerleri dışarıda da içeride de gördük, görüyoruz.

Cezayir’de İslami Selamet Cephesi seçimleri kazandığında resmi gayrı resmi tüm silahlı güçleri alana sürmüş, Fransız işgalinden sonra Cezayir’in en kanlı günlerini yaşatmışlardı halka.

Sonra Mısır’da yaşadık benzer bir süreci.

Seçimlerle başa gelen İhvan hareketine yönelik kirli senaryolar devreye konulmuş, kamuoyu oluşturulmaya çalışılmış; ama bunlar yeterli gelmeyince askere darbe yaptırılmış ve büyük sivil katliamları gerçekleştirilmişti.

Amerika darbecilere tepki göstermemiş, Almanya, katilleri kırmızı halı ile karşılamıştı.

Seçimlerin çok şey ifade etmediğini söylediklerinde aslında bunu seçilen kişilere göre belirlediklerini gizlemiyorlardı.

Halkının çıkarlarını emperyalist çıkarlarına kurban etmeyen, bağımsız bir siyaset sergilemeye çalışanlar bazen “terörle bağlantılı” diye suçlanıyor, bazen “otoriterleşme” ile itham ediliyordu.

Muteber olanlar “siz ne derseniz o” diyenlerdi.

O yüzden Raşid Gannuşi değil de Kays Said tercih ediliyor ve hukukun paspas edildiği uygulamalara göz yumuluyordu.

Gazeteci, Türkiye başbakanı Bülent Ecevit’e “Amerika’nın Afganistan’a müdahale için öne sürdüğü gerekçeler ikna edici mi?” diye sorduğunda verilen cevap küresel emperyalist aktörleri son derece memnun ediyordu: “Amerika ikna olmuşsa biz de ikna oluruz”

14 Mayıs, küresel sistemin siyasi, ekonomik ve kültürel aktörlerinin devreye girdiği bir seçim oldu.

Algı mühendisliklerinin, mahalle baskılarının, ekonomik ve siyasi operasyonların ayan beyan ortaya çıktığı gerçekten ilginç seçimler oldu.

“Demokrasi sadece seçim” değil söylemi özellikle son 10 yıl içinde yaşanan yapısal değişimlerden sonra “ısırıcı” bir hal aldığı için biz fiili olarak “seçim sadece sandık değil” olgusuyla karşı karşıya kaldık. 

İlginç bir sürece girdik.

Önümüzdeki günlerde toplumsal tepkiler ve konumlanmalar batıcı-elitist tabakanın istemediği yönde gelişmeye devam ederse nasıl bir argüman geliştireceklerini merak ediyorum.

Ellerinde güç olmadığında sudan çıkmış balığa döndüklerinden dolayı dengelerini tümüyle kaybediyorlar.

 

Yazarın Diğer Yazıları