Kurtuluş, İslam Kardeşliği Kapısında
Kutlu elçi efendimiz salallahu aleyhi vesellem’in, veda haccında vazifesini tamamladığını belirtmesi mü’minlerin kalbine ayrılık ateşinin tohumunu düşürmüştü.
Ayrılık belirtileri Efendimiz Salallahu aleyhi vesellem’de de görülmeye başlanmıştı. Son günlerde aşırı yorgunluk ve halsizliğin yanında ateşi de çıkmıştı. Efendimiz Salallahu aleyhi vesellem’in bu hali, Hazreti Ebu Bekir başta olmak üzere tüm ashab-ı kiramda bir burukluğa dönüşmüştü. İşte o günlerde Allah bilir, Hazreti Ebu Bekir’in nadide sadakatinin, teslimiyetinin, itaatinin, fedakârlığının, dostluk ve muhabbetinin göstergesi olarak Efendimiz Salallahu aleyhi vesellem, “Mescide açılan bütün kapılar kapansın, sadece Ebu Bekir’in kapısı açık kalsın! Zira ben, Ebu Bekir’in kapısının üzerinde nur görüyorum...” buyurması üzerine Hazreti Ebu Bekir’in kapısı hariç, tüm özel kapılar kapatıldı.
Yine Salallahu aleyhi vesellem’in hastalığının ağırlaştığı son günlerde mescide çıkamamıştı. Dolayısıyla cemaate namaz kıldırması için de Hz. Ebu Bekir’i imam tayin etmişti. Fakat bir ara kendisini iyi hissederek mescide çıktı. Ashâb-ı kirâma bazı nasihatlerde bulunduktan sonra:
“−Şânı yüce olan Allah, bir kulunu, dünya ile kendi katındaki nimetler arasında serbest bıraktı. O kul da Allah katındakini tercih etti!..” buyurdu.
Bu sözler hassas ve ince kalpli Hazreti Ebu Bekir’e fazlasıyla tesir etmiş, mahzunlaşmış hatta gözyaşlarının akmasına engel olamamıştı. Salallahu aleyhi vesellem’in veda haccında işaret ettiği ayrılığın gelip çattığını hissetmiş. Tutuştuğu ayrılık ateşinin hıçkırıkları içerisinde:
“–Anam, babam Sana feda olsun yâ Resûlallah! Sana babalarımızı, analarımızı, canlarımızı, mallarımızı ve evlatlarımızı feda ederiz!..” dedi. (Ahmed, III, 91)
Çünkü Salallahu aleyhi vesellem’in derin duygularını, vermek istediği mesajı ve dünyaya veda hâlinde olduğunu kavramıştı. Ashab-ı kiramsa Hazreti Ebu Bekir’in ağlamasına bir anlam verememiş, büyük bir şaşkınlıkla birbirlerine:
“–Resûlullah, Rabbine kavuşmayı tercih eden sâlih kişiden bahsederken şu ihtiyarın ağlaması, doğrusu şaşılacak şey!..” dediler. (Buhârî, Salât, 80)
Çünkü onlar Efendimiz Salallahu aleyhi vesellem’e o kadar alışmış ve bağlanmışlardı ki; dünya veya Allah katındakileri tercih hususunda serbest bırakılan sâlih kulun, Hz. Peygamber olduğunu akıllarına bile getirmemişler ve Ebu Bekir radiyallahu anh’ın sezdiklerini sezememiş, hissettiklerini hissedememişlerdi. Bunun üzerine Salallahu aleyhi vesellem, hem Hazreti Ebu Bekir’i teselli etmek hem de ashabına onun değerini beyan için sözlerine şöyle devam etti:
“Bize iyiliği dokunan herkese bunun karşılığını aynıyla veya fazlasıyla ödemişizdir. Ancak Ebû Bekir müstesna!.. Onun o kadar iyiliği olmuştur ki, karşılığını kıyamet günü Allah verecektir.
Sohbetiyle olsun, malıyla olsun bana en fazla ikramda bulunan, Ebû Bekir’dir. Eğer ben, Rabbimden başkasını dost edinecek olsaydım, mutlaka Ebûbekir’i dost (halîl) edinirdim. Fakat İslam kardeşliği daha üstündür.”
Hissemize Düşen
Başta, Allah katındakilerin dünya ve içindekilerden kıyas yapılamayacak kadar değerli olduğunu bir kez daha gördük. Yine bize yapılan iyiliklere mümkün mertebe iyilik olarak karşılığını vermemiz gerektiğini anladık.
İslam kardeşliğinin ehemmiyet ve muhabbet açısından her türlü bağın üzerinde olduğunu idrak ettik.
Rabbimizin, yine yeniden bir kez daha ümmete İslam kardeşliğinin her tür kardeşlik, dostluk, arkadaşlık, kabilecilik ve hemşerilik gibi bağların tümünden evla bağ olduğunun şuurunu ihsan etmesi temennisiyle, vesselam.