Çuvaldızı Kendimize Batıralım
Düşün, sorgula, eleştir.
Yoksa görünürde Batı, objektif(!) TV programlarıyla masum(!) film ve dizileriyle reklamlarıyla destekleyici (!) fon ve projeleriyle diğer milletlere giyim, eğlence, tüketim alışkanlıkları, kültür ve yaşam tarzlarıyla diğer insanlara güya hür, çağdaş ve medeni bir hayatı sunmuş oluyorlar. Hakikatindeyse batı, ürettiği ürünlere daha çok pazar buluyor. Diğer taraftan bu şekilde çok yönlü kazanım elde etmekte, farklı cephelerden de bizi vurmaktadır. Evet, bizi Pazar ağına düşürmek suretiyle tabiri caizse ekonomimizi sağmakta, tüketen topluma dönüştürmekte ve kendisine bağımlı hale getirmektedir. Tüm bunların yanı sıra bizi kirli yaşam tarzına alıştırmakta, geleneklerimizden, değerlerimizden, hassasiyetlerimizden koparıp uzaklaştırmaktadır. Birliğimize, beraberliğimize kast etmekte, bizi paravan gruplar, beşeri ideolojiler ve suni gündemlerin maharetiyle bölüp parçalayıp birbirine düşürmektedir. Peki, iblisin işçileri bu çok profesyonel ve sinsi projelerle İslam beldelerinin ta sinesinde at koşturuyorlarken, bizde durum nedir?
Gelişen teknoloji, iyileşen ekonomik şartlar ve insanlarda patlama derecesini aşmış olan öz güven geçmişle bağlarımızı koparmaya devam ediyor. Toplum gittikçe bireyselleşiyor. Bireyselleştikçe bencilleşiyor. Bencilleştikçe çıkar ve menfaat odaklı yaşam tarzının bataklığına her gün biraz daha batıyor. Her sahada son hız yozlaşıyoruz. Uzağa gitmeye hiç gerek yok, çuvaldızı ilk başta kendimize batıralım. Çünkü bizde bu sinsi projenin ağına düşmüş, kapitalizmin pazarında pazarlanan kirli, köhne kültürün talipleri içerisinde yerimizi almışız. Şüpheden kaçmak ve mekruha karşı takva zırhını kuşanmak yerine maalesef harama dair fetvaları, ruhsatları ve vicdan rahatlatmaları başını almış gidiyor.
Ticaretten memuriyete, özel hayattan sosyal hayata kadar başköşemizde söz ekranlarındır. Elimizdeki son model telefonların, markalarını yarıştırdığımız mobilyaların, hesabıyla serseme döndüğümüz dairelerin ve işyerlerinin havasındayız.
İslami aktiviteye bin bir bahane ve mazeretimiz varken eşlerimizin ve çocuklarımızın isteklerine ve mahalle baskısının gereğine koşmaktan, amirlerimize ve müşterilerimize gece gündüz el pençe durmaktan rahatsız değiliz.
Her sahadaki varlığımızda bir iki küçük istisna dışında zihinsel ve kültürel sömürgenin ortasındayız. Ticaretimizden de memuriyetimizden de aile reisliğimizden de akrabalığımızdan da İslam’ın kokusundan ziyade kapitalizmin, zihinsel köleliğin, gösterişin, sekülerizmin, menfaat ve çıkarın kokusu geliyor.
Peki, niye neden?
Çünkü gerçek manada çuvaldızı kendimize batırmıyoruz, kendimize toz kondurmuyoruz, kendimizi sorgulamıyoruz. Hesap kitabımızı sadece maddi anlamda yapıyoruz. Elimizden kayan gençleri, dağılan aileleri, ticarette birbirine düşenleri, yok olmaya mahkum olmuş değer ve hassasiyetleri görmüyoruz, görmek istemiyoruz.
Hastalığın teşhisini iyi yapmak gerekir. Daha açık bir ifadeyle, suç tamamen küfürde, batıda, ibliste değil. Herkes kendisine yakışanı yapıyor. İblis ve emekçilerinin işi bu. İnsanları Allah’tan uzaklaştırmak, insanı maddeye, paraya, kadına kul köle kılmaktır. Hem insanları ahlaktan, iffetten, tesettürden, dinden ve imandan uzaklaştırmayı vazife biliyorlar.
Senin vazifense kendine gelmektir, özüne dönmektir. Kulların kulluğundan, modanın, sonu gelmez dünyevi isteklerin, dünya meşgalelerinin ve şeytani vesveselerin zindanından Rabbe demir atmaktır.
Unutma, İmam Şafii’nin buyurduğu gibi “kendini hakla meşgul etmezsen batıl seni istila eder.”
Haydi, şimdi, dön de hayatını sorgula. Hakkın iştigalinde misin yoksa batılın istilasında mı?
Rabbim, derdi, tasası, meşgalesi hak olanlardan, hakiki hürriyet için çuvaldızı kendisine batıranlardan eylesin bizi, vesselam.