Kıyamınla hayata tevhidin rengini çal
Üstad El BENNA’nın ruhuyla önceki yazılarda “gayemiz Allah’tır”, “bu gayeyle dosdoğru yolda yürüyenlere korku yoktur” ve “dosdoğru hayatı organize eden kalpteki muhabbetin kıblesinin de Allah olması” gerektiğini belirttik. Bu zinciri takip ettiğimizde gayemiz yani imanımız bedenen ve kalben kıbleye dönmemizden yani amelden sonra yeni gerekliliklerle karşımıza çıkıyor.
İslam tarihine baktığımızda Efendimiz ile ümmetin firavunu arasında geçen diyalog bu hususun ehemmiyetini güzel ortaya koyuyor.
Bir gün Efendimiz kendisini davasından döndürmek için farklı tekliflerle gelen Ebu Cehil ve avenesine: “Size bir kelime söylesem, onu kabul ettiğinizde tüm Araplara hükmetseniz ve Acem de size boyun eğse istemez misiniz?” dedi.
Ebû Cehil heyecanla: “Ey kardeşimin oğlu söyle, biz on kez söyleyelim.” dedi. Bunun üzerine Efendimiz “La ilahe illallah dersiniz ve Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeyleri söküp atarsınız.” buyurdu. Orada bulunanlar bunu duyunca yüz çevirdiler ve şöyle dediler: “Ey Muhammed, bütün ilahları tek bir ilah mı kılmak istiyorsun? Bu ne acayip bir şey!”
Efendimiz, söyleyecekleri bir kelimeyle adeta dünyayı Mekke müşriklerinin ayakları altına sermesine rağmen onlar “lailahe illallah Muhammed Resulullah” demekten şiddetle kaçınıyorlardı.
Peki, Mekke müşrikleri neden bir cümleden o kadar kaçınıyorlar, korkuyorlardı.
Çünkü onlar çok iyi biliyordular ki bu iş sadece “lailahe illallah Muhammed Resulullah” demekle bitmez. Her şeyden önce bu kabulün başındaki “la” baltası tüm putlarını, kirli zihniyetlerini, ilahlaştırdıkları enelerini, tapındıkları kabilelerini yerle yeksan ediyordu. Çünkü onlar çok iyi biliyorlardı ki ondan sonra bir tek ilaha dönmeleri gerekir; bu da nefislerinin, heva ve heveslerinin, cahili adetlerinin sonu demekti. Bu kelimenin devlette, nizamda, ekonomide, sosyal hayatta Allah’ın hâkimiyetinin ilanı olduğunu iyi biliyorlardı.
Hakikatinde “lailahe illallah Muhamed Resulullah” bu demekse “Müslümanım” deyip Allah’ı devletine, düzenine, hukukuna, sosyal hayatına, ekonomisine karıştırmayanlar bilmem nerede durduklarının farkında mı?
Kişi “lailahe illallah Muhammed Resulullah” dedikten sonra namazını kıldıktan, orucunu tuttuktan, haccına gittikten bir de zekâtını da verdikten sonra bu meseleyi çok mu kaşıyorum. Hiç zan etmiyorum.
Kelam-ı Mübin’in “Vay haline o namaz kılanların ki, onlar namazlarının özünden uzaktırlar.”(Maun/4-5) ihtarına ne diyeceğiz? Ya “Gerçekten namaz, çirkin hayâsızlıklardan, tüm uygunsuz ve kötü davranışlardan alıkoyar.” (Ankebut/45) fermanı…
Öyle ya ne sandınız. Namazla kıyama durduğumuz Allah; imanla kalbimizde, ibadetle amelimizde devrim yaptırdığı gibi tüm sosyal hayatımıza tevhid ve teslimiyetin rengini çalmamızı istiyor. Yani Allah için olan kıyamımız/namazımız; zalime kıyam etmeyi, mazlumun yanında durmayı gerektirdiği gibi ekonomide faizden uzak durmayı, alış verişte düzgün ölçmeyi, hukukta Allah’ın buyruğunun önünde boyun bükmeyi de gerektiriyor. Giyimde, kuşamda tesettüre uymayı gerektiriyor. İnsanlarla güzel ahlakla muameleyi gerektiriyor.
Müsaadenizle bu hususu rahmetli ERBAKAN hocanın ''Bana otur Kur’an oku diyorsunuz ya; ama Kur’an’ı okuyunca o da bana "Kalk ve Cihad et" diyor.'' Sözüyle bitireyim.
Rabbim bizi “la” baltasıyla nefis, kadın, makam, mal gibi çağdaş putların başını vurduktan sonra geleceği kıyamda bulan ve kıyamın gereği tevhidin rengini tüm hayatına çalanlardan eylesin, vesselam.