• DOLAR 34.7
  • EURO 36.62
  • ALTIN 2968.934
  • ...

Bugün bayram günüdür. Gazze’de Müslüman kanı oluk oluk akıtılıp acılar, dört yanımızı sarmışsa da bugün bayramdır. Öyleyse şu “başta” deyip bir kısmımızı peşinen ayıran ifadeyi bilerek atlayıp söyleyelim: Bayram, bütün Müslümanlara mübarek olsun!

Acılarımız, bayramı tebrik etmemize engel değildir, olmamalıdır. İslam’ın iki bayramı Ramazan ve Kurban bayramları, Müslümanların öyle bir eli balda diğeri yağda olduğu günlerde ilan edilmedi.

Uhud’da, Reci’de, Bir-i Mauna’da Ashabın neredeyse beşte biri şehid olmuştu. Medine’de Ensar veya Muhacir, neredeyse her hanenin şehidi vardı. Mescid-i Nebevî’nin etrafında annelerin, dul kadınların, düğün bekleyen nişanlı kızların, hıçkırıkları duyuluyordu. Medine sokakları, baştan başta yetim dolmuşu.

Hicrî 2. yılda böyle bir hâlde Ramazan ve Kurban bayramları Hz. Muhammed Mustafa, salallahü aleyhi vesellem’in emriyle tebrik edilmeye başlandı.

Bayramlar, İslam’ın şiarıdır. Bayramları yaşatmak, İslam’ı yaşatmaktır. İslam’ın neredeyse tamamen unutulduğu diyarlar, şehirler, haneler, bayramlarla İslam’la iletişim kurarlar. İslam’ın bütün emirleri ile bağı kesilenler, bir bayram namazı ile İslam’la bağlarını hatırlar ve sürdürürler.

Bayramların zikri; tekbir, tehlil ve hamddır: Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Lâ ilâhe illallâhu vallâhu Ekber. Allâhu Ekber ve lillâhi’l-hamd…

Allah’tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür. Hamd, Allah’adır.

Kelime-i Tevhid, bizim için tasdiktir, karşımızdakine karşı ise kimlik bildirimidir. Tekbir, umuttur. Hamd ise isyandan kaçış ve bağlılıktır.

Mü’minin imanı da hamdı da koşullara bağlı değildir. Mü’min olduğumuz için acı çekmemiz; imandan vazgeçmemize sebep olmaz. Acılarımızın çoğalıp derinleşmesi, Allah’tan umut kesmemize, O’na isyan etmemize, O’na bağlılığımıza son vermemize sebep olmaz.

Acılar, bayramları ertelemez, aksine acılar tam da bayram gerektirir. Ta ki yas toplumu değil, zafer toplumu olalım.  Öyleyse “Bayramsa bayramınızı mübarek ola!” sözleri yersiz hem de çok yersizdir.

Kan gölü içinde kalmışsak bile bayramlarda hep birlikte tasdikimizi, kimlik duyurumuzu seslendirir, umutlarımızı tazeler, hamdımızı ilan ederiz:

Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Lâ ilâhe illallâhu vallâhu Ekber. Allâhu Ekber ve lillâhi’l-hamd…

Acılarımızı ancak kardeşlik ve birlikle aşabiliriz. Bayramlar da kardeşlik ve birlik günlerdir. Kardeşlik ve birliği doğru anlamak gerek.

Kardeşlik, esaslarımızda buluşup farklarımıza tahammül etmektir. Kardeşlik için esaslarda buluşmak ne ölçüde önemli ise farklarımıza tahammül etmek de o ölçüde önemlidir.

Kardeşlik, salt bireyler arasında değildir. Ne yazık ki hâlâ İslam’ın hâkim olduğu günlerde kalan vaaz dilimiz hep bireysel ilişkilerde durur. Oysa biz, bugün o bireysel ilişkilerimizin zeminini tehdit eden devasa toplumsal sorunlarla yüz yüzeyiz.

Medeniyetimiz, iman esasları ve farklarımıza tahammül üzerine buluşma al-i cenaplığımız üzere kuruludur. O esaslarla farkların buluşmasından Ümmet hasıl olur.

Hz. Ömer, Allah O’ndan ve bütün Ashabdan razı olsun, zamanında diyarlar fethedildiğinde farklı ırklardan toplumlar Müslüman oldular. İnsanlar, Müslüman olarak Ashabın kardeşi oldular. Ama kendi dillerini konuşmaya, kendi kıyafetlerini giymeye, kendi kültürlerini yaşamaya devam ettiler. Farkları İslam’ın zenginliği oldu. Ümmet, o fark cümbüşüyle oluştu, bereketlenip şenlendi.

Rabbimiz, Hucurât Sûresi’nde şöyle buyuruyor:

“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boy ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.” (Hucurât, 13)

Ayetin mesajı açık: Biz, hem kardeşiz hem farklıyız. Farklarımız birbirimizi tanımamızı sağlar. Üstünlüğümüz ise takva iledir. Bu, bir medeniyet esasıdır. Lütfen düşünelim: Farklarımız olmazsa birbirimizi tanımamız neyle olacak?

Gelin, bayramlarda birbirimizi tanıyalım. Memleket farklarında, dil farklarında, etnik farklarda bereket görüp sevinçle birbirimize sarılalım.

Bundan önceki ayet-i kerimeyi okuyun! O ayet, bizim birbirimize karşı suizanda bulunmamızı, birbirimizin ayıplarını araştırmamızı, birbirimizin gıybetini yapmamızı yasaklar. Birbirimizin gıybetini yapmayı kardeşimizin etini yemekle bir tutup bizi ondan tiksindirir. Buna karşı bizi tövbeye davet eder.

Aynı sûrede bir sonraki ayet-i kerime, Bedevileri kınar, Bedevilerin iman tarzını reddeder. Bedevînin ise ayrıcı niteliklerinden biri, kabilelerinden olmayanlarla yaşayamamalarıdır. Kabilesinden olmayanla yaşamayı yadırgamaları, geçinememeleridir.

İslam, işte o Bedevîlere Medenîleşme davetinde bulundu. Onları “Medenî” yaptı. Onlar, vahalarında kalsalar bile iman sayesinde “Medenî” oldular.

Çoğumuz metropollerde yaşıyoruz. Birbirimizden farklı renk ve dillere sahip iken altlı üstlü oturuyoruz. Lâkin “metropol insanı” olmak, “Medenî insan” olmakla bir değildir. Hatta çoğu zaman “metropol insanı” olmak, “Medenî insan” olmaya aykırıdır.

Tövbenin makbulü, amelde görünendir. Gelin, zorunlu olarak sürüldüğümüz bu metropollerde “metropol insanı” olmaktan “Medenî insan” olmaya geçelim. Batı’nın sınıfsal, ırkçı, ayrıştırıcı ilkelerinden Hz. Muhammed Mustafa’nın önderliğinde buluşmaya terfi edelim. Bayram günlerini farkları çekiştirerek değil, birbirimizi tanıyarak geçirelim. Kardeşliğimizi bayramlaşma ile pekiştirelim.

Moğol istilası sonrasının “güvenlik” korkusundaki imparatorlukları iskân politikaları ile seyahatimizi, yer değiştirmelerimizi kısıtladılar. Onların devrinde birbirimize yabancılaştık. Batı’nın vekil yönetimleri olan ulus devletlerin çağında ise ırkçılık üzere birbirimize düşman edilmeye çalışıldık. Ama aynı zamanda Batı kültürü üzere de şeklen birbirimize benzetildik. Şimdi hepimizi Batılılar gibi giyiniyor, onlar gibi yiyip içiyoruz. Onlara benzemek için yarışıyoruz. Ama hep birlikte onlara benzerken bulunduğumuz yerde dil farkı üzerinden birbirimize düşman kesiliyoruz.

Bu, korkunç bir tiyatrodur. Bu, akıl tutulmasıdır. Dünyayı sömüren Yahudi uygarlığı, bugün hepimize aynı kıyafeti giydirerek hatta kadınlarımızı geçmişin cariyeleri gibi çırılçıplak soyarak bizleri kölelikte eşitlemeye çalışıyor. Bizi, dün ulus devletler üzerinden böldü, bugün küreselleşme üzerinden kölelikte bir etmeye çalışıyor. Dün, yöneticilerimizi ırkçılaştırdı, bugün hepimizi hem ırkçılaştırıyor hem kendisine bağlıyor. Biz, ırkçılaştıkça köleleşiyoruz.

Bayramlar, bu sürece karşı koyma günleridir. Madem, Allah’tan başka ilah yok, diyoruz. O’nun yasalarına bağlanacağız. Madem, en büyük Allah’tır, diyoruz, O’na bağlanınca düşmanımızla aramızdaki güç farkından korkmayacağız. Madem, Allah’a hamd ediyoruz. O’na bağlanacağız.

Dolayısıyla irademizi ihya edip dünyanın bizsiz dönen çarklarının arasından çıkacağız, Allah’a bağlanıp istiklalimize kavuşacağız.

Foucault gibi düşünce üretmekle görevli kölelerin itiraf ettiği üzere Yahudi uygarlığı, dünyayı büyük bir tımarhane veya ona benzeyen büyük bir hapishane olarak tasarlamıştır.

Şu hakikat her gün bize sesleniyor: Bu tımarhane veya hapishaneden ya hep birlikte kurtulacağız ya da hep birlikte Yahudi uygarlığının köle ve cariyeleri olacağız! Ya çıldıracağız ya onlara mahkûm kalacağız!

Kurtuluşun yolu Medeniyetimizi ihyadır, Medeniyetin esası ünsiyettir, yani insanî bağlardır. Medeniyetin başlangıcı, kitle olmaktan cemaat/Ümmet olmaya geçiştir. Cemaat/Ümmet değilseniz beş milyar olsanız yüz bin kişi sizi yönetir. Cemaat olmanın başlangıcı ise birbiriyle konuşmak ve ziyaretleşmektir.

Öyleyse insânî bağlarımızı ihya edeceğiz. İmkân üreterek bizzat birbirimizi ziyaret edeceğiz. Birbirimizin yüzüne bakarak acılarımızı paylaşacağız ve direniş azmi edineceğiz. Farklarımızı görmekten mutlu olacağız. Farklı iken iman şemsiyesi altında buluşmuş olmaktan dolayı hamd edeceğiz.

Bayramların bu şuurla tebrik edilmesi duasıyla tekrar bayramınız mübarek olsun!