• DOLAR 32.455
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...

İslam dünyasının istilasında kullanılan iki sabit araçtan biri zevkperizm diğeri, ırkçılıktır. İki yüzyıldır zevkperizm her dönem farklı aşamalarla kullanıldı. Irkçılık ise günün koşulları içinde geri plana düştüğü an, şarj edilip canlandırıldı.

Süreç boyunca ırkçılık, İslam dünyasında istilacıların yolunu açmak için her kapıyı açan bir maymuncuk gibi kullanıldı.

Küreselleşme ve uluslararası cepheleşmeler, yalıtılmış ulus devletlerin ayakta kalamayacağını artık ayan beyan ortaya koyuyor.

Her devlet, kendisi için yeni bir küresel saha ve o küresel sahada bekasını sağlayacak uluslararası bir hatta birkaç cephe bulmak durumuyla karşı karşıya.

İslam ülkeleri, bir dış müdahale söz konusu olmadığında kendi küreselini de ulusları aşan cephelerini en kolay oluşturacak blok olarak görünüyor.

Mevcut uluslararası düzen, köklü bir strateji olarak böyle bir küresellik ve cepheleşmeyi istemiyor.

İslam dünyasındaki mezhepsel bölünme, İslam dünyası buluşmasını tamamen engelleyecek boyutta değildir. Bu yönde atılan adımlar, İslam dünyasını sarssa da uluslararası düzenin istediği sonuçları getirmiyor.  

Bunun için birkaç yıldır, bariz bir şekilde ırkçılığı coşturdular, daha doğrusu iki yüzyıldır besledikleri milliyetçi zemine level atlatarak onu ırkçılığa sevk ettiler.

Hiçbir ırkçılık türü, bir ırkın övgüsünden ibaret değildir. Her ırkçılık, başka ırklara yönelik düşmanlığı beraberinde getirmiştir.

Yeni dönemde ırkçı dalga ilkin Avrupa’da estirildi. Orada bir tür neofaşizm dalgası oluşturuldu. Faşizm ile neofaşizmin ortak yanı başka ırklara düşmanlıktır. Ama neofaşizmi klasik faşizmden ayıran çok dikkat çekici bir husus vardır: Faşizm, Almanya örneğinde Yahudi karşıtıydı. Neofaşizm ise antisemitik (Yahudi karşıtı) söyleme uzak dururken göçmen kitleleri ikna aracı olarak göçmen karşıtlığını ve dolayısıyla İslam karşıtlığını kullanmaktadır. Dolayısıyla faşizm, dünyayı yönettiği düşünülen güçlü yapıya yönelmişken neofaşizm, dünyanın mağdur topluluklarını hedefine almıştır.

İslam dünyasını oluşturan neofaşist dalga ise adeta Batı’daki neofaşizmin bir kopyasıdır. Yeni ırkçı dalga, dünya düzenine hükmeden Batı’yı ya da onun aslî unsuru Yahudi hegemonyasını hedefine almıyor. Türk ırkçı Kürde ve Araba, Kürt ırkçısı Türk ve Araba, Arap ırkçısı Türk ve Kürde düşmanlığı kışkırtıyor. Bu ırkçı yapıların tamamı, Batı ile dostluğun sürdürülmesi ve Kudüs davasının terk edilmesi noktasında mutabıklar. Bu, söz konusu ırkçı akımın dışarıdan pompalandığının en güçlü kanıtıdır.

Irkçılar, bu bağlamda hangi misyonu üstlenmiş görünürlerse görünsünler esasta mevcut uluslararası düzenin hesabına iş görüyorlar; o hesap üzere yarışıp didişiyorlar. Her biri, Batı için biz daha iyi bir çalışan oluruz ve daha çok Yahudi dostuyuz, deme iddiasındalar. Diğer bir ortak özellik olarak ise hiçbiri bu hâli kabullenmiyor zira toplumun bu yarışı düşüklük olarak gördüğü gayet iyi biliyor.

Türkiye örneğinde ırkçılık birkaç ay öncesine kadar Kürt düşmanlığı olarak beliriyordu. Fakat bu yönün muhalefeti böldüğü ve bölünmenin hükümeti devirme projesini olumsuz etkileyeceği anlaşılmış ki daha zayıf bir unsur olan ve seçim sonucunu etkileme kabiliyeti bulunmayan göçmenlere yöneldi.

Göçmen politikasızlığı ise hükümetin tam anlamıyla yumuşak karnını oluşturuyor. Hükümet, 2008’den bu yana birbirini takip eden istikrarsızlaştırma darbelerinin de elbette etkisiyle toplumu ikna edecek bir göçmen politikası oluşturamadı. İşveren çevrelerine olumlu yansıyan göçmen çekimi, toplumun diğer kesimlerine olumsuz yansıdı. Göçmen çekimi, işveren için ucuz iş gücü sağlarken işsizliğe ve nihayetinde kira ve konut fiyatları artışının kontrolden çıkmasına yol açtı.

Hükümeti devirmek isteyen iç ve dış güçler, hükümetin avantaj olarak gördüğü göçmen çekimini istedikleri sonucun alınmasına yol açacak, hükümet karşıtı bir dezavantaj olarak görüyor ve bunu kontrolündeki kişiler ve ırkçılık eğilimi olan diğer kişiler üzerinden bir iç çekişme sorununa doğru eviriyor.

Öte yandan ulus devletler, kendi küreselini bulma hevesiyle hâkim etnik yapılarının dışarıdaki uzantılarını tespit edip bağa dönüştürme yönünde projeler geliştiriyorlar. Türkiye de bu yönde adımlar attı. Ama bu projede Türkiye’nin bütün bileşenlerini kucaklamak yerine hâkim unsurun tek başına dikkate alınması ırkçı bir izlenime yol açtı. Hükümetin avantaj olarak gördüğü bu husus yanlış bir yolda gidince yine hükümeti ülke dışında yalnızlaştıracak bir söylemin parçasına dönüştürüldü.

Milliyetçilik, Türkiye gibi ülkelerde, önü alınmadığında düzeni bozar ama asla yeni bir düzenin esası olamaz. Burada ırkçılık yapmak, dolaylı olarak bölünme ve küçülmeye hizmet etmektir. Bunun için devletin milliyetçiliği coşturma gibi bir lüksü yoktur.

Ne yazık ki böyle bir coşkunun beslendiği gözler önündedir. Ulusları arası güçlerin yaptığı ise o coşkuyu bir adım ileri götürerek ırkçılığa evirmek, böylece ülke karşıtı bir kılıca dönüştürmektir.

Önü alınmayan bir milliyetçilik, ırkçılık dalgasına dönüşmeye mahkumdur. Dünya tarihi boyunca ırkçılığın önünü alamayan her ülke ise eninde sonunda beka sorunu yaşamıştır.

Irkçılık, Türkiye’nin iç istikrarını bozar, Türkiye’yi dışarıdan yalıtır; içeride bunaltır, dışarıya karşı yalnız bırakır.

Bir düşman, bir ülkeye bundan daha büyük bir zararı nasıl verir ki?