Selâhaddîn-i Eyyûbî ve İslam Birliği
Selâhaddîn-i Eyyûbî Hazretlerinin en büyük başarısı, Tunus’tan Hamedan’a; Diyarbakır’ın kuzeyinden Yemen’e varan bir coğrafyada İslam birliğini sağlamasıdır.
Kudüs’ün fethi ve fetihten sonra elde tutulması neticesini bu başarı getirmiştir.
Selâhaddin’in İslam birliği başarısı, Müslümanları sadece Haçlı istilasından kurtarmamıştır. O başarı aynı zamanda Moğol istilasını da durdurmuş ve İslam’ın mukaddes beldelerinin Moğol istilasından beri kalmasını sağlamıştır. Bu birlik, Memlûkler ve Osmanlılar üzerinden 1336/1917’ye kadar devam etmiş; onun sayesinde hicri takvimle 752 yıl boyunca Kudüs özgür kalmıştır.
Bu münasebetle Selâhaddin, sadece “Kudüs Fatihi” değildir, aynı zamanda o unvanı almasını sağlayan İslam birliğinin de İslam’ın ikinci beş yüzyılındaki önderidir.
İslam’ın altı yüzyılını tamamladıktan sonra tarihe karışacağına dair bir Katolik Hıristiyanlık kehaneti vardı. Ne yazık ki hadis adı altında bir uydurma sözle Müslümanlar arasında da kıyametin İslam’dan altı yüzyıl sonra kopacağına dair bir inanış oluşturulmuştu.
Katolik Hıristiyanlık inanışı, Haçlıların İslam dünyasını istilaya teşvik ederken Müslümanlar arasında, kıyametin İslam’dan altı yüzyıl sonra kopacağına dair inanış, Müslümanların Moğollara karşı direnişini zafiyete uğrattı.
Selâhaddin, büyük bir ihya hareketiyle İslam birliğini sağlayarak bu kehanet ve Müslümanlar arasındaki yanlış inanıştan kaynaklanan kaosu bertaraf etti.
Selâhaddin’in başarılarında İslam birliğinin önemi, sadece Müslümanlar tarafından değil, Haçlı araştırmaları yapan Batılılar tarafından da görülmüştür. Nitekim o tarihçilerin iki önemli ismi Stevenson ve Runciman’a göre, Kudüs’ün Haçlılarca istila edilmesine yol açan, Hıristiyanların kuvveti değildi, Müslümanların dağınıklığıydı. Nûreddin Mahmud Zengî ve Selâhaddin-i Eyyûbî Müslüman birliğini nispeten sağlayınca Müslümanlar Kudüs’ü yeniden aldılar.
Selâhaddin’in zaferinin büyüklüğü ve yüzyıllara yayılan kalıcı bir etki bırakması, onun köklerinin derinliğiyle ilişkilidir. Bunun için en az, İmam Gazzâlî’ye kadar gitmek gerekir.
İslam dünyası, 4/10. yüzyıllarda, üçe bölünmüştü. Doğuda Bağdat merkezli Abbâsî Halifeliği, Kuzey Afrika’da Mısır merkezli Fâtımî İmameti ve Endülüs’te Emevi Halifeliği hüküm sürüyordu. Abbâsî Halifeliğinin hüküm sürdüğü doğuda ayrıca tevaif devletleri ile farklı bir bölünme söz konusuydu.
Gazzâlî’nin doğduğu yıllarda Doğuda Büyük Selçuklu Devleti kısmi bir birlik sağladıysa da Gazzâlî orta yaş günlerinde Sultan Melikşah’ın çocukları arasındaki taht kavgası, o birliği alt üst etti.
Gazzâlî, on binlerce Müslümanın katline yol açan Büyük Selçuklu iç çatışmaları içinde “İhyâü Ulûmi’d-Dîn” adlı eserini kaleme aldı. Onun bu eseri ve topluma yönelik diğer eserlerinde tavsiyeleri basit gibi görünüyordu. Oysa bu tavsiyeler, Müslümanlar arasında, eserinin adına uygun olarak bir ihya hareketinin hasıl olmasına vesile oldu. Gazzâlî, Müslüman ferde, öncelikle kendi hatasını görmesini, Müslüman kardeşinin eksiğini tecessüs etmemesini, Müslüman kardeşi aleyhinde konuşmamasını tavsiye ediyordu. Gazzâlî yine Müslümanların cemaatleşmelerini ve âlimlerin faydasız tartışmalardan uzak durup halkı ihya edecek hizmetlerde bulunmalarını talep ediyordu.
Onun bu basit gibi görünen, hakikatte İslam ahlakını inşa eden tavsiyeleri, henüz yayılma aşamasında iken Haçlı saldırısına uğrayan Kudüs’ü istiladan korumadı. Ama 505/1111’e denk gelen vefatından yaklaşık çeyrek asır sonra Müslümanlar arasında genç bir kuşağın yetişmesine vesile oldu.
O genç kuşağın desteğiyle Musul’da vali ve atabeg makamını elde eden İmâdüddin Zengî, Musul’dan Halep’e, Halep’ten Dımaşk’a uzanan, bütünleşmiş bir coğrafyada devlet nizamını kurmak için çalıştı ve bir ölçüde onu başardı. İmâdüddin Zengî, o kısmi birlik sayesinde 539/1144’te, Haçlıların elindeki Urfa’yı yeniden fethetti ama Şam’ın birliğini tamamlayamadan 541/1146’da katledildi.
İmâdüddin’in hâkimiyet alanının Halep kısmında hükümdar olan oğlu Nûreddin Mahmud Zengî, babası devrinde başlayan birlik stratejisini daha da ilerletti:
-Halep’te, aynı anda Şafii ve Hanefi medreseleri açarak mezhepsel ayrışmayı giderdi. Kendisi Hanefi mezhebine mensup iken devletin baş kadısını Şafiilerden seçti. Onun komutanlarından Şîrkûh ise Humus’ta Şafiî ve Hanefilerin aynı anda ders verdiği bütünleşik bir medrese kurdu. Bilindiği kadarıyla bu İslam tarihinin mezhepler açısından bütünleşik ilk medresesidir.
-Medreselerin yanı başına tasavvuf dergâhları açarak ilim ehli ile zikir ehli arasındaki ayrışmaya son verdi.
-Adaleti ikame ederek devletle toplumu bütünleştirdi.
-Haçlılara karşı amansız bir savaş yürütürken Müslümanlara karşı affı tercih etti.
-Çevresindeki Müslüman idareleri Haçlılara karşı mücadeleye katarak Müslüman orduları İslam düşmanları ile mücadele üzerinden kaynaştırma yoluna gitti.
-Haçlılarla mücadeleye katılmak istemeyen devletleri kendi devletine katarken Müslüman kanının heba olmamasına azami önem gösterdi.
Selâhaddin; İmâdüddin Zengî günlerinde dünyaya geldi; Nûreddin Mahmud Zengî Devri’nde devlette vazife almaya başladı.
O devirde büyük mesafe kat eden Hadis hizmetleri de Selâhaddin ve kuşağı arasında mezhepleri aşan bir buluşma sağlayarak onların İslam birliği yönündeki çabalarına güç kattı. Nitekim Selâhaddin, İmam Malik Hazretlerinin Muvatta’sının daimi bir okuyucusu ve dinleyicisidir. Muvatta, onu ve farklı mezheplerden gelen komuta ve istişare heyetinin sohbet halkasının, divan arası dinlenmelerinin temel okuma kitabıdır.
Selâhaddin; Gazzâlî’ye dayanan ve sözü edilen iki devirde pratiğe geçen birlik stratejisini görerek büyüdü; Kudüs’ün özgürlüğünün ve İslam dünyasının sorunlarından kurtuluşunun bu birlik stratejisini sürdürmekle mümkün olduğuna yakinen inandı.
Sultan Selâhaddin, bu çerçevede;
-
Mısır’da vezir olduktan sonra, Fâtımî bölünmesine Müslüman kanını heder etmeden son verdi, İslam dünyasını Abbâsî Halifeliği çatısı altında buluşturdu.
-
Mısır’da medreseler inşa ederek ulema ve halka önderlik edecek ve devlete yön verecek ortak hedefler etrafında buluşmuş bir ulema yetiştirdi.
-
Tasavvuf dergâhlarını Şeyhüşşuyûh makamı altında buluşturarak halkı şuura kavuşturma gayretlerinin bölünme tohumlarına dönüşmesinin önüne geçti.
-
Farklı mezhepler için yan yana medreseler açtı.
-
Farklı zeminlerden gelen vaizlerin kürsülerde aynı hedefler doğrultusunda ortak bir dille vaazlar vermesini sağladı.
-
Adaleti hâkim kılarak toplumla devleti bütünleştirdi.
-
Zekâtı fukara lehine ihya ederek Mısır’da farklılaşan sınıfları birbirine yaklaştırdı, toplumsal bütünlüğü inşa etti.
-
Mısır’a hâkim olduktan hemen sonra Sudan’ı fethederken kardeş ve yeğenlerinin de yardımlarıyla Tunus, Libya, Yemen ve Hicaz’ı da Mısır etrafında birleştirerek Kuzey Afrika ve Arabistan’ın güneyini bütünleştirdi; o coğrafyada Şam’daki birlikten de daha muhkem bir birlik kurdu.
-
Nûreddin hayatta iken kendi hâkimiyet alanı, Nûreddin’in doğrudan yönetimindeki alanı geçtiği hâlde ona sadakatle itaat etti, bölünmeye yol açacak kışkırtıcı adımlardan itina ile kaçındı.
-
Mısır’dan Haçlılara savaş açarak daha önce Mısır’da birbiriyle uğraşan tarafların enerjilerini İslam düşmanlarına karşı buluşturdu.
-
Nûreddin’in vefatından sonra Şam’ı hâkimiyetine alırken kendisine itaat etmeye yanaşmayan Musul ve Halep idarelerine karşı, kanlı ve yıkıcı bir mücadele yerine sabırlı, yapıcı ve cihad için birleştirici bir mücadelede bulundu. Bu mücadelede Müslüman kanının heder olmaması için yıllara yayılan kuşatma taktiğini izledi, tutumlarıyla Müslüman halkın gönlünde taht kurdu. Aynı tutumu Diyarbakır ve Meyyâfârikîn’nin fethinde de sürdürdü. Söz konusu şehirlerin fethi ve Sincar, Erbil gibi şehirlerin de onun hâkimiyetini tanımasıyla Hamedan’dan Tunus’a; Diyarbakır’ın kuzeyinden Yemen’e uzanan bir İslam birliği teşekkül etti. Sultan, Hittin Zaferi’ni bu birlikten aldığı güçle kazandı ve Kudüs’ü de fethetti.
-
Süreç boyunca müspete odaklandı; Halep ve Musul’un Haşhaşîler ve Haçlılarla zaman zaman uyuma varan ya da işbirliği ile açıklanabilecek tutumlarına rağmen o şehirlere karşı intikamcı bir tutum içinde olmadı.
-
Yine süreç boyunca kendisine yeterli desteği vermemesine rağmen, Abbâsî Halifeliği ile çatışmamaya, halifenin destek ve onayını mümkün oldukça almaya özen gösterdi.
-
Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan’la arası açıldığında onu şu tarihi sözlerle uyardı:
“Malumdur ki biz İslâm’ın galip gelmesini, küfrün mağlup olmasını istiyoruz. Müslümanların kâfirlere karşı kuvvetli olmasını, Allah’ın âdet ettiği üzere İslâm askerlerinin kâfir ordularına muzaffer olmasını istiyoruz. Kılıç Arslan Rumlarla anlaşma yaptı (Miryokefelon sonrası yapılan andlaşma kastediliyor)... Allah bilir ya, onların (yani Selçukluların) heybetini yıkmak ve hatalı fikirlerinden dolayı cezalandırmak istemedik.”
Selâhaddin’in İslam birliği stratejisinin esaslarını ortaya koyan bu sözler, Anadolu ile savaşın önüne geçti.
-
Kardeşinin Yemen’deki iç çatışmalara odaklanması üzerine “Kılıçlarımız Müslümanların boynunda eskimesin!” diyerek onu uyardı.
-
Adaletle hükmetmesi sayesinde devri boyunca kayda değer bir isyan yaşanmadı, itaatsizlik eğilimi gösteren emîrleri ise iyilikle ıslah etti.
-
Kudüs’ün fethinden sonra, Katolik Hıristiyan dünyası İngiltere, Fransa, Almanya, İtalyan devletleri, Sicilya ve Kıbrıs olarak bir birlik hâlinde kendisine karşı harekete geçtiği hâlde İslam dünyasından beklediği desteği alamadı. Buna rağmen İslam dünyasına darılmadı, vaktini Müslümanları eleştirerek geçirmedi. Ona karşı cihadı sabırla sürdürerek Müslümanları ıslah edecek bir örneklik ortaya koymayı seçti.
-
Vefat ettiğinde hedefinde İslam dünyasının doğusu ile batısını tamamen bütünleştirmek vardı. Bunun için Haçlılarla mücadeleden fırsat bulduktan sonra Azerbaycan üzerinden doğuya açılmak istiyordu. Vefatından çeyrek asır sonra İslam dünyasının doğusunda başlayan, daha sonra Bağdat’a uzanan, Şam’ı alıp Mısır’a dayanan Moğol istilası onun ne kadar uzak görüşlü bir İslam hükümdarı olduğunu bütün açıklığıyla ortaya koymuştur.
Özetle;
Selâhaddin’in hedeflediği birliğin esası, İslâm’ın galip gelmesini, küfrün mağlup olmasını sağlamak ve Müslümanların heybetini İslam düşmanları arasında kırmamaktır.
Selâhaddin, takip ettiği bu siyasetle, Müslümanlar arasında birliğin mümkün ve kârlı olduğunu ortaya koydu. Onun takip ettiği bu siyaset, Müslümanları yüzyıllar boyu aziz kıldı ve bugün için de örnek teşkil etti.