Sloganlardaki Sol-Sosyal Medyadaki Sol
“Vurun kardeşler, vurun! Ağaları öldürün, şeyhleri paramparça edin!”
“Vurun kardeşler, vurun! Mollaları öldürün, şeyhleri paramparça edin!”
Bu sloganları ve bu sloganların yerleştirildiği ezgileri hatırlayanlarınız mutlaka vardır. 12 Eylül öncesinde üretilmiş; köy, kasaba meydanlarında fütursuzca seslendirilmişti.
O günlerde belki birkaç köyde zavallı yaşlı cemaati rahatsız edebilmişlerdi. Ama akıllarından geçeni eyleme dökmeye güçleri yetmemişti. Sonra 12 Eylül oldu ve üzerinden henüz on yıl geçmeden o sloganların eylem karşılığı görüldü.
Dünyanın neresinde Sol, böylesine fütursuzca sloganlar atabilmiş, ezgiler, söyleyebilmiş, bilmiyorum. Bildiğim bir örneği yok.
Bizde Sol, en lokal anlamda tamamen bir iç çatışma oluşturacak şekilde örgütlenmiş ve zihnen öyle donanmıştı ya da öyle bir akılsızlıkla donanmıştı.
Bu sloganların atıldığı günlerde bizde 1925 sonrası gelişmeleri ile ilişkili olarak ağalık can çekişiyordu. Tarikatların önemli bir kısmı da erimiş ve toplumsal gündeme hükmetmekten uzaklaşmıştı. Mollalarımız ise gerçekten mağdurdular, yıllarını verip kısmen Suriye’de yıllarca ailelerinden uzak bir şekilde, kimi zaman günde iki öğün ayran çorbası karın tokluğuyla okumuşlar ya da Türkiye’de Jandarma korkusu altında mağaramsı mekânlarda eğitim alıp bir köye hoca olmuşlar ve yine karın tokluğuna zekâta muhtaç olarak yaşıyorlardı. Toplum üzerinde kayda değer etkileri yoktu. Halka hizmet ediyorlar ama buna karşılık şekilsel bir saygıdan başka bir şey almıyorlardı.
Öyleyse Sol, neden onlarla uğraşıyordu. Çünkü,
-Güçlü görünen zayıfları ezerek toplumsal iktidarı ele geçirme uyanıklığına aldanmışlardı.
-Hem içeride hem dışarıda İslam düşmanlığının derin güçler nezdinde prim yaptığını biliyorlar ve kendilerince onu satın alıyorlardı. Başka bir ifadeyle yükseliş yollarını İslam düşmanlığı yapmakta görüyorlardı.
12 Eylül’den sonra sloganlarını pratiğe döktüklerinde öyle kurdukları farklı bağlar sayesinde güçlenen ağalara, şeyh aileleri ve büyük mollalara yönelmediler. Pek çoğundan haraçlarını alıp onları ürettikleri “yurtsever”liğe kaydettiler. Silahlarını birkaç gence seslenebilen, ekonomik olarak zayıf, bağ olarak kimsesiz imamlara, öğretmenlere ve onların etrafındaki gençlere doğrulttular.
Buna rağmen uluslararası basın ve onunla eşgüdümlü çalışan ülke içi derin basın tarafından özgürlük savaşçıları gibi tanıtılıp taltif edildiler. BBC, her gün en az birkaç dakikasını onların tanıtımına veriyordu. Milliyetçi bile değil, ırkçı özlü olduğu bilenen içerideki nice İttihatçı paşa torunu Sol yazar da onları destekledi.
Müslüman çocuklarının, kendi imamlarını, dindarlarını katledişleri, dinlerine küfredişleri dış güçlerin elbette ilgisini çekiyordu. Çünkü bu eylemlerle yüzyıllar boyu yenemedikleri İslam’ı yenebileceklerine dair kendilerinde bir umut oluşuyordu.
İçerideki derin güçler ise yaşananları 1925’ten sonra kurtulabilenlerin infazı, o dönemde eksik kalan sürecin “yerel güçler”ce tamamlanması gibi görüyorlardı. Dolayısıyla Kur’an dersi veren bir kimsesizin katli, bir vazifenin icrasıyla ilgili bir kahramanlık imajıyla arz ediliyordu. Maktuller hakkında ise bin bir yalan uyduruluyor, onların aslında göründüğü gibi olmadıklarına dair akıl almaz hikâyeler geliştiriliyordu.
Bu kahredici hâl, süreci zorlu bir çatışmaya götürdü; nice insanın eziyet çekmesine, nicesinin can vermesine yol açtı. Arkasında nice hikâyeler bıraktı.
Bugün ise zaman zaman sosyal medyada, önemli bir kısmı, Kamışlo, Kobani gibi yerlerde kayda geçmiş, hocaları, İslamî ibadetleri alaya alan üretimler yapılıyor. Ama sesleri kısık ve altında yüzlerce hakaret yorumuyla birlikte!
Hamdolsun, onların bir kısmı hâlâ dar kafalılığı içinde olsa da toplum uyandı, artık o söyleme gülmüyor, onlardan o günlerde olduğu kadar korkmuyor, onlara prim vermiyor.
Kadim sloganlardaki posbıyıklı Sol, yerini sosyal medyada ucube kıyafetli, “renkli” Sola bırakmışsa da halkın önemli bir kısmı bu rezaletin köklerinin nereye dayandığını biliyor, dallarının nereye vardığını görüyor, onlara inanmıyor, onların tahakkümünü kabul etmiyor.