• DOLAR 32.376
  • EURO 35.064
  • ALTIN 2325.797
  • ...

Batı, yakın bir döneme kadar ülkeleri Batı Bloku ve Doğu Bloku; insanları da Sağcı-Solcu sınıflarından biri içinde yer almaya zorladı. III. Dünya ülkeleri bile bir şekilde o kategoriler içine alındığı gibi, “La Şarkiyya La Ğarbiyye İslamiyye!” diye seslenen Müslümanlar dahi Sağcı-Solcu diye ayrıştırıldı.

Dünya, henüz bu zoraki sınıflandırmadan kendisini tam kurtarmadan Küreselci/Ulusalcı sınıflandırılmasının eşiğine getirildi.

ABD’de Trump’ın iktidara gelmesi ve onun ardından Güney Amerika’da görülen bir dizi iktidar değişikliği, Küreselciliğin hızını kestiyse de Joe Biden ile birlikte bir daha toparlanmaya çalışacak gibi.  

Ulusalcılık ise Trump günlerinde adeta tavan yaptı. Rusya siyasi; Çin ticari alanda etki alanını genişletti. Öyle ki Ulusalcılık, hemen hemen bütün dünyada Küreselciliğin önüne geçti. Bugün merak edilen Biden ile birlikte Küreselciliğin ne kadar yol alabileceğidir? Küreselcilik, Ulusalcılığa karşı duruşu anlamsız bulup uzlaşıyı mı seçecek yoksa Ulusalcılığı kendisine karşı uluslararası bir isyan gibi görüp onunla mücadele mi edecek? Daha önemlisi ise İslam dünyası, bu ikili arasında nerede duracak?

Analizimizde Küreselcilik ve Ulusalcılığın geldiği nokta ile İslam dünyasının bu iki akım karşısındaki durumu üzerinde duracağız.

KÜRESELCİLİĞİN SONU MU?

Küreselcilik, henüz on yıl önce, dünyanın düzen arayışı açısından, kendi lehinde “mutlu sona” geldiğini duyuruyordu. Küreselci yazar-çizerler, buna inanmayanları ahmaklık ve geleceği görmemekle itham ediyorlardı. Oysa bugün Küreselciğin “acı sonu” ihtimalinden söz ediliyor. Ama hangi anlamda? Bunun için Küreselciliği tarif etmekte yarar vardır.

Her şeyden önce “küreselcilik” kavramının sözlük anlamı ile günümüzde kullanılan “siyasal Küreselcilik” teriminin anlamı arasında büyük bir mesafe vardır.

Küreselciliği sözlük anlamında “cihan hakimiyeti ideali” diye aldığımızda İslam, tarihte bunu hedefleyen ve bu yönde epey yol alan dindir. Yahudilik ise buna en uzak din. Halbuki siyasal bir terim olarak Küreselcilik, Yahudilerin dünya hakimiyeti ideal ve gayretiyle doğrudan ilişkili; İslam’la ise epey çatışma hâlindedir.

Küreselcilik, son yarım yüzyılda uluslararası şirketlerin dünyayı etkileri altına almaları ve konum farkı olmaksızın bütün ülkeleri kendi iktisat hukuklarına zorlamalarıyla belirmeye başladı.

Ülkelerin uluslararası şirketlerin üretimlerine duydukları gereksinim, buna karşı o şirketlerin kendi koşullarını dayatmaları ve ülkelerin o koşullara bir bir teslim olmaları, ortaya küresel bir iktisat hukuku (daha doğrusu küresel bir iktisat dayatması) çıkardı.

Büyük çoğunluğu Yahudilere ait olan veya Yahudi ortaklığı ağırlıklı olan bu şirketlerin küresel düzeydeki bu hukuk tahakkümü, pek çok yönüyle Fransız İhtilali’nde burjuvanın hukuk dayatmasını andırıyor. Her iki dayatmada da öne sürülen veya arkasına saklanılan liberalizmdir. Başka bir ifadeyle ticari özgürlük ve tüccar sınıfının çıkarlarının diğer sınıflar karşısında yasal güvence altına alınmasıdır.

Sovyetlerin çöküşüne doğru bu iktisadi Küreselcilik, “Neo-Liberalizm” olarak siyasi Küreselciliğe evrildi.

Siyasal Küreselcilik, Fukayama’nın “Tarihin Sonu” makalesini kılavuz edinerek dünyadaki sosyo-ekonomik gelişmelerin liberalizmin lehine geliştiğini, artan ulaşım ve iletişim imkânları ile yerkürenin bir köye dönüştüğünü, artık bu “köy”de iktisat ve siyasetten sosyal düzene, bütün formlara liberalizmin hâkim olması gerektiğini öne sürdü. Buna karşı çıkmayı ise tarihin tabii ilerleyişine karşı direniş olarak değerlendirdi.

Siyasal Küreselciler veya Neo-Liberaller, bu bağlamda çokkültürlülük, farklara tahammül, azınlık haklarının kendi lehlerinde gözden geçirilmesi, bireyin güçlendirilmesi gibi bir dizi kavram ve konuyu ortaya attılar. Küresel iktisat, küresel hukuk ve küresel ahlak karşısında ulus devletlerin anlamını eski dünyanın eyaletlerinin bile gerisine düşürme niyeti gösterdiler.

Küreselciler, bu yaklaşımlarıyla başta azınlıklar olmak üzere bir dizi yapıyı heyecanlandırıp yanlarına çektiler. Solun saflarını yararak özgürlükler ortak paydasında Sosyal Demokratlarla buluştular ve onları kendi kanatları altına aldılar. Her tür ahlaki değere karşı çıkan bazı militan Sol gruplar da liberalizmin sınırsız özgürlük iddiasını dinin etki alanını sınırlamada anlamlı bulunca Küreselcilerin safına geçtiler. Böylece Küresel ölçekte bir Küreselci cephe oluştu.  

Öte yandan, Küreselciler,

-Ultra liberal ekonomi yanlılığıyla, eski sosyalistleri,

-Ulus devletleri ve ulusal farkları anlamsızlaştırarak milliyetçileri,

-Ultra liberal ahlak dayatmasıyla, dindar yapıları karşılarına aldılar.

Böylece Küreselcilik, henüz doğarken çatışmaya ve darbeler almaya başladı. Fakat Küreselciliğe en ağır darbeyi ABD’de Neo-Liberal ahlakı, dinsel ve ulusal vasıflar için tehdit gören Evanjelist Ulusalcılardan aldı.

Küreselciler, Küreselciliği ABD’nin ulusal ideolojisi ve ABD’yi Küreselciliğin “küresel muhafızı” olarak düşünmüşlerdi. Dolayısıyla ABD’nin Küreselciliğe sahip çıkma konusunda ittifak ettiği varsayımından hareket ediyorlardı. Dışarıda onlara güç veren de bu varsayımın inandırıcılığıydı.

Trump, neredeyse Mihael Gorbaçov’un Sovyetlerdeki rolüyle Küreselciliğin köküne testereyi dayayınca Küreselcilik, inandırıcılığını yitirdi. Trump ve taraftarlarının direnişi ise Küreselcilerin yeteri kadar dışarıya yönelmelerini engelleyebilecek güçte görünmektedir. Bu durumda Küreselciliğin Biden ile bir miktar toparlansa da ABD ve bir kısım müttefikinin ideolojisi olarak kalma ihtimali söz konusudur.

AVRASYACILIK YA DA ULUSALCILIK

Ulusalcılığın kökleri, Neo-Liberalizmin tarif ettiği devlete karşı, güçlü ulus devleti savunan Alman siyasi düşünür Carl Schmitt’e dayansa da günümüzün bir tür Neo-Ulusalcılığı, Avrasyacılığın teorisyeni Aleksandr Dugin’e dayandırılır.

Dugin, Carl Schmitt’in epey yoğurduğu Ulusalcılığı Küreselciliğin karşısında bir tür “sığınma evi” olarak işledi. Küreselcilerin “dünya vatanı” olarak küresinin karşısına Avrupa ve Asya’nın buluşma noktası olarak Avrasya’yı bir vatan olarak çıkardı. Rus milliyetçi elitini etkileyecek bir söylemle, Küreselcilerin dünyanın tekliği iddiası karşısına, Avrasya’nın kendisine has nitelikleri bulunan farklı bir dünya olduğuna inandırdı. Böylece “küre”yi bölecek bir yaklaşımın duvarlarını başarıyla yükseltti.  

Rusya, coğrafik genişliğiyle dünyanın en büyük ülkesidir; uluslararası siyaset açısından ise eski Doğu Bloku’nun lideridir. Rus milliyetçisi elitin Dugin’e inanması ve Rusya’nın siyasetini bu yönde inşa etmeye başlaması, ulusalcılığa hazır bir vatan sundu ve güçlü bir dayanak bağışladı. Çin’in de ABD’nin Küreselci dayatmalarına karşı ulusalcılığa yönelmesi ise dünya dengelerini ulusalcılık lehine değiştirdi. Ulusalcı iki büyük güç Rusya ve Çin’in kendi Küreselciliklerini dayatmayacakları umuduyla, bazı ulus devletlerin kendilerini koruma refleksiyle ABD Küreselciliğine karşı Ulusalcı bloka sığınmaları ise Ulusalcı Bloku yakın bir dönemde dünyaya hükmeden güç olmaya aday konumuna çıkardı.

Neo-Ulusalcılık diyebileceğimiz bu son akım Ulusalcılık, içeride liberal ekonomiye karşı değildir. Küçük işletmelerin aleyhine devleti güçlendiriyor görünse de küresel şirketler ve ulusal holdinglere dokunmamakta. Tam aksine ekonominin merkezine bu şirketlerin kaygılarını almakta ve onlardan mümkün olduğu kadar en üst düzeyde vergi geliri ummaktadır.

Ulusalcılık, Rusya ve Çin bağlamında eski Sosyalist dünyanın mirasçısı olarak ahlak konusunda da Neo-Liberalizme uzak değildir. Neo-Liberalizmin ahlak konusunda ilham kaynağı Sosyalizmdir. Sadece Rusya, eşcinsellik konusunda Neo-Liberalist yaklaşımın önüne set koyuyor görünse de buna, Rusya’nın düştüğü ahlaksal dengesizlik karşısında küçük bir tedbiri olarak düşünmekten öte değer biçenler yanılacaklardır.

Ulusalcılık, Rusya gerçeğinde yine bazı farklar taşısa da etnik azınlık hukuku konusunda ise oldukça katı ve insan haklarına uzak görünmektedir.

KÜRESELCİLİK VE ULUSALCILIK KARŞISINDA İSLAM DÜNYASI

Müslümanlar, azınlık oldukları Kuzey-Güney Amerika ve Avrupa ülkelerinde Neo-Liberalizmin çokkültürlülük kavramı ve azınlık haklarına yönelik söylemini anlamlı buluyorlar. Bunun için, haklı olarak Küreselci, liberal ve sosyal demokrat partileri Ulusalcı partilere tercih ediyorlar.  

İslam dünyasında ise son dönemde Küreselciliğin sınırsızlığına ve yeni tür emperyalizmine karşı, iktidarlar bağlamında bir sığınış olarak Ulusalcılığa yöneliş söz konusudur.

Söz konusu iki bloğun İslam dünyasına yaklaşımı değerlendirildiğinde ise Küreselcilik;

-Filistin’de HAMAS’ın seçim zaferini yok saydı.

-“Arap Baharı”na yansıyan Müslüman toplumsal itirazın, İslâmî iktidarlara dönüşmesinin önüne geçerek hedefine ulaşmasını engelledi.

-Kaddafi gibi ulusalcı sol diktatörlerin katlini şova dönüştürürken buna kendi seçmenleri nezdinde bir İslam karşıtlığı anlamı yüklemekte beis görmedi.

-Aynı bağlamda, kendisiyle bir daha tutarsızlığa düşerek Mısır’da askeri cuntayı seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursî’ye karşı destekledi.

- Pakistan’da sivil görünümlü darbe girişiminde bulundu.

-Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da darbe girişiminin arkasında yer aldı; darbe girişimini hazırlayan yapıya sahip çıktı.

- Keşmir’de de Hindistan’ın zulmünü engellemeye dönük hiçbir adım atmadı.

-Bangladeş’te İslam alimlerinin uyduruk mahkemelerde yargılanıp idam edilmelerini alkışladı.

-Afganistan’da sınırsız insan hakları ihlallerini besledi; Yemen’in felakete sürüklenmesine göz yumdu; Sudan’ı sıkıştırdı ve Orta Afrika’da İslâmî bir gelecek ihtimaline karşı her tür çeteci yapıya arka çıktı.

Küreselciliğin tükenişinde herhâlde İslam dünyası ile ilgili bu tutumlarının önemli bir payı olsa gerek. Zira bu tutumlar büyük iddiası insan hakları ve serbest seçimlerle bireyin iradesinin yönetime yansıması olan Küreselciliğin, dünya toplumları nezdinde inandırıcılığını yitirmesine neden oldu.

Ulusalcı Bloka gelince;

-Rusya’nın Suriye’de yaptığı katliamlar Müslümanların zihin dünyasında ağır yaralar açtı ve Müslümanlara Sovyet günlerinin hadsiz zulümlerini hatırlattı.

-Rusya; Mısır askeri cuntasının en önemli destekçileri arasındadır.

-Rusya, Libya’da da çeteci general Hafter’i desteklemektedir.

-Rusya, kendi Müslüman nüfusuna karşı olumlu bir siyasete yönelmişse de Çin’in Doğu Türkistan başta olmak üzere sınırları içinde kalan Müslümanlara yönelik tutumu, bütün İslam dünyasında derin bir nefret ve endişeye yol açmaktadır.

-Arakan’daki tehcir ve soykırım da Çin’den bağımsız değildir.

-Hindistan’daki zulümlere karşı da ulusalcı yapıdan olumlu hiçbir tepki gelmemektedir.  

Önümüzdeki dönemde Küreselci yapının Doğu Türkistan ve Arakan’daki sorunları İslam dünyasının desteğini kazanmak için kullanmaya çalışması muhtemeldir. Ulusalcı Bloğun ise Küreselcilerin İslam dünyasında yönetimin seçimle belirlendiği Türkiye ve Pakistan gibi ülkelere müdahale girişimlerine karşı, seçilmiş hükümetlere arka çıkmaları beklenmektedir. 

Ama yukarıdaki karne karşısında Müslümanlar, dünyanın yeniden bloklara bölünmesinden memnuniyet duysalar da Küreselcilik veya Ulusalcılığa umut bağlayacak bir noktada değildirler.

Bu bloklardan herhangi birine teslim olan bir Müslüman yönetim veya yapının Müslümanlar karşısında mahcup olması kuşku götürmeyecek kadar kesindir.

Gün, bu bloklardan herhangi birine umut bağlama günü değil, onlara karşı İslam dünyasını toparlama günüdür.

Bu vazife ise iktidarların yanında Müslüman topluluklara da düşmektedir. Toparlanmanın önündeki en büyük engel ise milliyetçiliktir. Özellikle ulemanın “ulusallaşması” İslam dünyası için büyük bir felakettir. Müslüman topluluklar, İslam dünyası arasındaki bağları güçlendirerek bir tür “ulusal İslam/ulusal ulema” bölünmüşlüğüne karşı durmakla mükellefler. Bu mükellefliği icra için, halis bir niyet, sade bir planlama ve kararda sebattan başka bir şeye ihtiyaç yoktur. Bunlar da sanıldığı kadar zor değildir.