• DOLAR 32.455
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...

Türkiye’de İslamî birikimin topluma yansımasıyla 1980’li yıllardan itibaren, cami cemaati hızla yenilenip büyüdü.

Daha önce birkaç yaşlının devam ettiği camiler, genç ve orta yaşlardan yenilerle farklı bir heyecan yaşadı.

İslamî hizmetler açısından yıllarca ihmal edilen kırsal kesim, şehre aktıkça cemaat arttı. Ancak tek etken asla bu değildir.

Camiye alışan her fert, komşusunu, yakınlarını da cemaate çekti. Statik alışkanlıklara meyleden cami imamları kendilerini yenilediler. Genç cami imamları, cemaati büyütmeyi kendileri için vazife bildiler ve safları gün gün doldurdular.

Oldukça modern bir semtte sabah namazı cemaatinin bile yüz kişiyi geçtiğine şahit oluyordum. Hocayı dinledim. Cemaati komşusunu, yakınlarını getirmesi için teşvik etmiş, Cuma hutbelerinde etkili bir irşad çalışmasında bulunmuş ve etrafta kiminle karşılaşsa camiye davet etmişti.

Büyük şehirlerin yanında, bütün Anadolu’da görülen bu yenilenme ve büyüme, iç ve dış İslam karşıtlarının gözüne battı.

Henüz 28 Şubat’tan önce buna karşı bir dizi önlem alındı. 28 Şubat’tan sonra ise cami kıraathanelerinin kapatılması, namaz vakitleri dışında camilerin kapısına kilit vurulması gibi bir dizi önlem alındı. Ayrıca kolluk kuvvetleri de görevlendirildi.

Cemaatinin çoğu, aralarında semt karakolu polis amirinin de bulunduğu memurlardan oluşan bir camide cemaate gözdağı vermek için telsizini açık tutan sivil bir memurun arkasında duyacağı şekilde edilen hakaretleri bugün gibi hatırlıyorum. Hakaret görevini (!) bizzat emekli bir asker üstlenmiş ve cami cemaati de ona cesaretle katılmıştı. Yaşanan, cami ile mahdut bir kıyam gibiydi! Adam, utancından veya daha büyük soruna yol açmamak için arkasına bile bakmadan hızla uzaklaştı ve bir daha etrafta görünmedi.

Bu tür önlemlerin özellikle özgüveni sağlam Anadolu kentlerinde iş görmediğini anlayan “gözlemciler”, 28 Şubat’ın hemen ardından yeni bir süreç başlattılar. Camide, İslamî sohbet ve ilim halkalarında konuşulan konuları bir “kampanya” halinde ekranlara taşıdılar. Dini sadeliğin yerine karmaşayı öne çıkardılar. Buluşturan, sulh ve selamete vesile olan İslamîleşmeyi yeni bir çatışma alanı olarak sundular. Kafaları karıştırdılar, yersiz tartışmalara yol açtılar. Kendi gündemini yaşayan ve bu bağlamda medya ile barışık olmayan cami cemaatini, cami önlerinde medyanın gündemini tartışır hâle getirdiler. Kalplerin kırılmasına ve fitneye neden oldular.

28 Şubat’ın etkilerinin kırılmasından sonra ise medya kuruluşları,

-Artan dindarlığı bu bağlamda programlar yaparak bir rant kaynağı hâline getirdiler.

-Dindarlığı bir tüketim malzemesine dönüştürdüler.

-Cami minberlerinde ve İslamî sohbetlerde anlatılan saf dindarlığa karşı bulanık ve sentezlenmiş bir dindarlık sunarak zihin ve kalpleri bulandırdılar.

Belki en kötüsü ise bir tür “Protestan” deneyimiyle kontrolsüz bir dindarlık ihdas ettiler. Bunun için, ülkenin dört bir yanında “kendi başına bir dindarlık” türü oluştu. Camiye de cemaate de mesafeli, bütün bilgilerini ekrana borçlu, öncüsüz, örneksiz bir dindarlık… Oysa İslam, “nimete erenlerin yolundan gitmektir.” Örnek insanlara tabi olmaktır.

Bu tahribat yetmemiş olacak ki o günlerin kimi figüranlarını ekranlara belli aralıklarla çıkarıp zaten sözü edilen etkilerle statikleşen, kendini yenileme konusunda sorun yaşayan ve fertleri arasına mesafe giren cami cemaatini tartıştırıp tartıştırıp tamamen bitirmek isteyen yapılar hâlâ işlerine devam etmekteler.  

Bunun önüne geçmek, cami cemaatini kirli tartışmalardan İslam’ın sadeliğine yeniden taşımak, kadrosu umut verici bir nicelik ve niteliğe ulaşan Diyanet’e ve onun yanında buna katkı verebilecek her kesime düşer.