• DOLAR 34.666
  • EURO 36.36
  • ALTIN 2930.981
  • ...

Afgan cihadı, bir dönemin bütün İslam dünyasının ana gündemiydi. İslam dünyası, bütün sorunları ve iç karışıklıklarına rağmen adeta Afgan dağlarından gelecek haberlere odaklanmıştı.

O günlerde gelen her haber, olumlu veya olumsuz, etkisiyle olumluydu! Eğer haberde, Afganistan’ı işgal eden Sovyetlerin kayıp verdiği söyleniyorsa tekbirler getirilir, zafer dilden dile aktarılırdı. Haberde şehidlerden söz ediliyorsa bu kez haber üzerinden Müslümanlar küfre karşı tek ses olmaya çağrılırdı. Şehid haberi, ümmeti uyandırma alarmı oluverirdi.

Sovyetler, Almanya’yı bile ikiye ayıracak kadar Avrupa’nın merkezine kadar yol almıştı; Balkanları ayakları altında çiğnemişti.

ABD, ancak NATO’daki birliği oluşturarak Sovyetlerle baş ediyordu. Daha doğrusu Sovyetlerle baş etmiyordu. Soğuk Savaş içinde Sovyetleri idare ediyordu. Sovyetlerin önünde durarak kendisinin ve müttefiklerinin topraklarına girmesini engelleyebiliyordu.

Buna rağmen, Sovyetler, ABD’yi Güney Amerika’da kuşatmış; Amerika’nın hayat damarlarını kesmeye başlamıştı. Böylesine etkin bir gücü Afgan Mücahitleri durdurabilmiş, Sovyetlerin önüne tarihin en başarılı askerleri olarak dikilmişlerdi.

Sovyetler, Afgan topraklarında bir başına değildi; Afganların sosyalist kesimleri de ülkelerine yönelik istilanın yanındaydılar. Ruslarla birlikte kendi halklarını öldürüyor; Rusya’nın ülkelerine yerleşmesi için kendileri de savaşıp ölüyorlardı. Ama ne dışarıdan gelen Rusya ne içerideki işbirlikçileri Afgan cihadı ile baş edebiliyordu.

Bizim gözümüzde Afgan dağları adeta bir bütün hâlde “Allahu Ekber”lafzı olmuştu da durmadan dünyaya sesleniyordu.

Oradan çıkan ses, sadece İslam dünyasını değil, komünizmin başarısı karşısında irkilen bütün dünyanın kalbine umut veriyordu.  

Sovyetler, kendisine karşı direnen herkesi nihayetinde yenmiş ve tanklarının paletleri altıda ezmişti. Oysa, Afgan dağlarında mücahitlerin sıradan silahları karşısında aciz kalmış ve ne çok insan, bu şanlı direniş karşısında göz yaşı dökmüştür!

Halbuki yıllar yılıdır hepimiz Afganistan’dan gelen haberleri işitmemek için resmen kulaklarımızı tıkıyoruz. Sovyetler, Afganistan’ı terk etti… ABD, nice katliam yaptıktan sonra Afganistan’daki kuvvetlerini azalttı. Ama Afganistan’da savaş bir türlü bitmedi.

26 BİN ÇOCUĞUN KANI

Kasım ayının son haftasında, İngiltere merkezli Çocukları Kurtarın Vakfı (Save The Children); Birleşmiş Milletler, Afganistan ve Finlandiya tarafından düzenlenen 2020 Uluslararası Afganistan Konferansı'nda bağışçı ülkelere Afgan çocuklarının geleceğini koruma çağrısı da içeren bir rapor yayımladı.

Rapora göre Afganistan'da 2005-2019 arasında 26 binden fazla çocuk, hayatını kaybetti ya da engelli kaldı. Dile kolay ama lütfen tasavvur edebiliyorsanız edin: 26 bin çocuğun kanı. Raporda, Afganistan'daki iç savaştan dolayı aynı yıllar arasında her gün ortalama 5 çocuk ölmüş veya engelli kalmıştır.  

Rapor sahiplerinin tespitlerine göre Afganistan’da sadece 2019'da üçte ikisi erkek 874 çocuk, savaş nedeniyle hayatını kaybetti. 2 bin 275'i engelli kalmasına yol açacak biçimde yaralandı. 2017-2019 arasında okullara yönelik 300'den fazla saldırı düzenlendi.

Afganistan’la ilgili şöyle bir haber taraması yapayım dedim: Afganistan bana baştan başa bir kan ırmağı gibi göründü.

Üniversiteler, şehrin meydanları, semt pazarları, camiler… Gelişigüzel bir şekilde bombalı saldırıların hatta intihar saldırılarının hedefi oluyor.

Bu, nasıl bir insanlık, nasıl bir savaş tarzı?

Afganistan’daki iç savaş tipi savaşlarda amaç;

-Birtakım hakların elde edilmesidir.

-Zalimlerin cezalandırılmasıdır.

-Mazlumların kendilerine musallat olan zulümden kurtularak huzur bulmasıdır.

 Şimdi lütfen düşünelim:

Savaş coğrafyasında yaşamaktan başka savaşla hiçbir ilgisi olmayan hangi masum insanın kanı, bir hakka karşılık ücret olabilir? Hangi inanç, bir mazlumun başka bir mazlumun kanını dökerek bir zalimi cezalandırmasına cevaz verir ve mazlumlar nasıl olur da yine kendisi gibi bir mazlumun kanının akıtılmasını zalimlere yönelik bir ceza gibi sayıp bundan zalime karşı bir zafer tadı alabilir?  

Hakikaten tam bir akıl tutulması… Sadece akıl tutulması da değil, inanç ve vicdanın da tükenişidir Afganistan’da yaşanan…

Ölüm, orada öylesine sıradanlaşmış ki oraya gönderilen Avusturalya askerleri o ülkeyi insan öldürmeyi öğrenmek için bir eğitim sahası gibi görmüşler ve insanları keyfice hedef almışlardır. Afganistan, bunun karşısında ne hissediyor? ABD uçakları, Kur’an Kursu talebelerini katlettiğinde ne hissetmişse sadece onu hissetmiştir!

İnsan, kimi zaman anlaşılmaz bir varlıktır! Kan dökmeye alıştığı zaman, onun için ot biçmek, insan kanı dökmekten daha zahmetli olabiliyor.

İslam dünyası, bunu tarihte Haçlı, Hârizmşah ve Moğol istilalarında yaşadı. Haçlılar, Katolik taassubuna kapılmış, Hıristiyan bir topluluktu. Moğollar pagandı. Ama Hârizmşahlar Müslümandı. İslam’ın savaş hukukunu tanımayan Müslüman bir topluluk! Beldeleri Moğol istilasına uğrayıp katliama uğradıkça önlerinden kaçmışlar ve kendileri de Moğol katliamlarıyla aynı boyutta olmasa da katliamlar yapmışlar, Müslümanların namus ve malına el uzatmışlardır. Onların Moğollar karşısında yaşadığı dehşet, cehaletleri ile buluşunca onları katliam yapacak bir noktaya düşürmüştür.

Hârizmşahlar, Moğollar karşısında yıllarca set olmalarına rağmen İslam dünyasında takdir edilmemişler ve nihayetinde silinip tarihe karışmışlardır.

İslam dünyasının bu topluluğa verdiği ceza, İslam’ın yüce karakterinin çok kıymetli bir yansımasıdır.

İNSANSEVERLİK AKIMI

İslam dünyası, Haçlı Savaşlarında düşmanlarını hayrette bırakan bir vicdan üzerinde sebat etmiş ve bütün dünyaya örnek olacak bir insana hürmet örneği sergilemiştir. Haçlılara karşı savaşan İslam mücahitlerinin insana verdiği değer, Avrupa’da Katolik taassuba dahi ağır bir darbe vurmuştur. Bugün bile Avrupa’da o mücahitlerin zaferlerinden çok insancıllıkları, insana karşı merhamet ve şefkatleri konuşulmaktadır.  

Moğol istilasından sonra ise özellikle Anadolu’da tarihe geçen bir insana hürmet akımı başlamıştır. Mevlana’nın insanın İlahi yönünü hatırlatan, Yunus Emre’nin bunu halk dilinde ifade eden dizeleri vahşete alışmış Moğolların dahi ıslahına, onların dahi insan önünde el pençe divan durmalarına vesile olmuştur.

Gerek Haçlılar gerek Moğollara karşı mü’min kalplere bu değişim oluşturma iradesini veren Kur’an’dır, İslam’ın insanı olumlu yönde harekete geçirme kabiliyetidir.

Anadolu tarihini bilenler, bu iradenin bu nadide coğrafyada nasıl bir değişim oluşturduğunu bilir ve hayret ederler.  

VİCDANLARI YENİDEN HAREKETE GEÇİRMEK

İslam dünyasında son elli-altmış yılda tarihi bir fikri hareketlilik var. Daha çok sivil kişi ve kurumlar tarafından öncülük edilen bu fikri hareketlilik, son yirmi yılda kurumsallaştı ve pek çok İslam ülkesinde devletlerin mekân, personel ve finansman desteğini de almaktadır.

Aradaki parazitler kulağınızı rahatsız edip içinizi karartmasın, neredeyse bütün İslam dünyasında üniversite ve araştırma merkezleri İslam dünyasında yüzyıllardır yaşanmamış bir İslamî bilgi üretimi hareketliliği içindeler. Artık neredeyse her mesele ile ilgili olarak Müslüman akademisyenlerin, Müslüman ilim adamlarının mazbut üretimleri söz konusudur. İslam dünyasındaki bu hareketlilik belki ancak Avrupa’nın 19. yüzyıldaki hareketliliğiyle ya da İslam’ın ilk yüzyıllarındaki hareketlilikle kıyaslanabilir.  

İslamî sanat ve edebiyat da tarihi bir gelişme seyri içinde…

Fakat ilim ve sanat adına bu üretken çağımızda adeta hep birlikte Afganistan’da akan kan ırmağını seyrediyoruz ya da görüntüsü her gün ekranlarımıza yansıyan o ırmak karşısında adeta gözlerimizi kapatıyoruz. Ki Irak, Suriye ve Yemen’de de böyle yaptık.

Bizim fikri hareketliliğimizle bu duyarsızlığımız arasında hakikaten bir paradoks söz konusudur: Bir yandan ilmi araştırmalar açısından İslamîleşiyoruz ama öte yandan İslamileşmeyle tam bir çelişki hâlinde sorunlarımıza karşı duyarsız duruyoruz. Bilgimizin artışı, duyarlılığımızı artırmadığı gibi, sanki duyarsızlığımıza da kaynaklık ediyor.

Hiçbirimiz, halk pazarında çocuklarına iki kilo meyve almak için çıkan kadının, bir intihar bombasıyla katli üzerine derinlemesine düşünmüyoruz. O kadının ölümünün derin acısından bir şekilde kaçtığımız gibi, o bombayı patlatan şahsın nasıl olur da o zavallı kadının kanını zulümden kurtuluş ücreti olarak hesapladığını hatta o kan üzerinden cennette girmeyi umduğunu da düşünmek istemiyoruz. Belli ki tek başına hiçbirimizin kalbi buna dayanmıyor. Öyleyse neden cemiyetleşmiyoruz?

İslam dünyasında dökülen kan karşısında her birimiz, bir tarafı destekleme zorunluluğu hissediyor. Taraflardan birini alkışlayıp onun diğerinin kanını dökmesine meşruiyet bile ihdas ediyoruz! Bu dehşet verici gaflet, bugüne kadar bize hiçbir kazanım sağlamadı. Buna karşı kimi alimlerimiz ancak kısık seslerle Allah’ın kitabını, Hz. Peygamber’in Sünnetini hatırlatıp sulha çağırdılar. O alimler de öylesine tarafgirlikle itham edildi ki artık onlardan da ses seda çıkmıyor.

Hepimiz, Afganistan’da taraflar arasında ABD’nin himayesinde gerçekleşen müzakerelerde olduğu gibi adeta durmuşuz ve uluslararası bir gücün İslam dünyasının sorunlu noktalarına el atıp kanı durdurmasını bekliyoruz. Gözlerimiz, sorunlarımızın çaresi için hep emperyalist güç arıyor gibi… Buna hakikaten mahkum muyuz?

İslam dünyasında devletler bir yana, sivil şahsiyetlerin Müslüman ve insan kanı dökmeye karşı vicdanları harekete geçirecek bir sulh cemiyeti oluşturmaları çok mu zor?

Bu sulh cemiyeti, İslam’ın ön gördüğü Müslüman kardeşliğinin yanında insana hürmeti yeniden ihya edecek çalışmalar yapacak ve İslam dünyasındaki sorunlu noktalarda ne olursa olsun taraf tutmadan bu çalışmaları kalplerin derinliklerine işleyecektir.

Din sulhtur ve söz konusu Müslümanlar arası ilişkiler olunca bir değil, bin kez sulhtur. İslam’ın yüce kaynakları da insanlığın her sorununa çözüm getirecek kadar diri ve güçlüdür.

İlimle uğraşıp dünyayı tanıyan bir kısmımız iradelerimizin körelmesiyle seyretme alışkanlığına sürüklenmişiz. Diğer kısmımız, köklerine sadık kalma adına fanatikçe bir tarafgirlikle İslam dünyasının her noktasındaki çatışmalarda taraf tutuyor ve sair Müslümanları da taraf tutmaya zorluyor.

Buna karşı bir üçüncü yolun önünde hangi engel olabilir?   

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran 104) Yüce İlahi kelamının bir yanı da Müslümanlar arası sulha bakmıyor mu?