Yaşanan Mağduriyetlerin Ardından
Tanzimat fermanıyla birlikte giyim kuşam üzerinden Batılılaşma yoluna gidildi. Müslümanlarla gayri Müslimlerin giyim tarzları, çıkartılan fermanla aynileştirildi. Böylece Müslümanları gayri Müslimlerden ayırt eden en belirgin özellik ortadan kaldırıldı. Müslüman kadının tesettürü konusunda ise bir uzlaşıya varılamadı. Dışarıda tesettürün kanunen geçerli olduğu o dönemlerde Osmanlının elit kadınları aldıkları Avrupai eğitimle, mahrem alanda çoktan değişime gitmişlerdi bile. Ev dekorasyonu, giyim kuşam ve adab-ı muaşerat kuralları bakımından Avrupa’yı model alıyorlardı.
Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte çağdaşlaşmanın en önemli göstergesi kadının tesettüründen sıyrılmasıydı. Osmanlı'nın üst sınıf kadınları bu değişime hazırdı. Fakat toplum bu durumu kabul etmedi ve direndi. Kitaplar, tesettürüyle ve İslam'a bağlılığıyla kendi köşesine çekilen Müslüman kadınların rejimin baskılarına karşı yaptığı mücadeleyi, çektiği zulümleri yazmadı bile. Onlar taşralı olarak tanımlanmışlardı, alt tabakayı temsil ediyorlardı. Kalemler modernleşmek isteyen, fakat gelenek ve dinin baskısı altında sözde direnen Anadolu kadınını konu ediyordu. Vurun Kahpeye, Çalıkuşu, Kiralık Konak bu mesajları vermede başı çekiyordu. Birbirine benzer kurgular yıllarca yazılıp çizildi. Dinine bağlı hacı-hocalar yobazlıkla yaftalanıyor, kadının çağdaşlaşmasına engel olarak gösteriliyordu. Kadın, Kemalist rejimin temellerini sağlamlaştırmada mihenk taşı olarak seçilmişti.
Kamusal alan çağdaşlaşmayı kabul edenlerindi. Müslümanlar uzun süre, kendilerini İslami kimlikleriyle kabul etmeyen bu alandan uzak tuttular. Canlarıyla, kanlarıyla düşmanı püskürttükleri kendi topraklarında artık parya sınıfındaydılar. Kız çocuklarının başlarını açarak rejimin eğitimden geçmesini kabullenmediler, uzun süre direndiler. Üniversite öğrencileri arasında başörtülüler çıkana kadar genel kanı kızların okutulmamasıydı.
1950'lilerde ilk başörtülü Doktor Hümeyra Ökten, ardından tıp öğrencisi Gülsen Ataseven, ilk başörtülü eczacı Fevziye Nuroğlu, 68 kuşağının ilk A. Ü. İlahiyat Fakültesi öğrencisi Hatice Babacan ve birbirini takip eden tesettürlüler kızlarını okutmayanlar için umut oldu. Başörtülülerin halkası genişledikçe kısıtlamalar ve yasaklar baş gösterdi. Kendi toplumunun değerlerine yabancılaşan, Avrupa'ya özenen kesimlerle, saadet asrını özleyen ve tek model olarak kabul edenler aynı Kemalist eğitimden geçiyordu. Bu durum Aguste Comte'nin tezlerini bir kez daha yerden yere vuruyordu. Onun Üç hal kanununa göre pozivitist eğitimden geçen insanlar tamamen dinden uzaklaşacaklardı. Alınan pozitivist eğitime rağmen genç kızların kendi kimliklerini dindar olarak belirlemek istemesi Kemalist rejimin planlarını tepe taklak etti.
Cumhuriyetin kuruluşunu tarihin başlangıcı olarak kabul edenler, öncesini yok sayanlar, 1923'den 1950'lere kadar okullarda ve kamusal alanda tesettürlü kimseye rastlanılmadığını dillendiriyor, bu durumun altında siyasi nedenler arıyorlardı. İddialarına göre sayıları gittikçe çoğalan tesettürlü öğrenciler Arabistan ve İran'dan belli bir miktar para alıyor ve Türkiye’yi İran’a çevirmek istiyorlardı.
Bu iddialar etrafında yazılan senaryolar ekranlarda tartışılıyordu. Laikçi medyanın kara propagandası ise şiddetini arttırıyordu. Ekranlarda başörtü takma şekilleri masaya yatırılıyor, eleştiriliyor, omuzları kapatan, iğnelenerek sabitlenmiş bir örtünün bu topluma ait olmadığı iddia ediliyordu.
Buna karşın kar, kış demeden yapılan başörtü eylemleriyle eğitim ve çalışma haklarını isteyen tesettürlüler direnmeye devam ediyordu. Onlar asrısaadeti özlüyor, onun sıcak atmosferini bulundukları ortama taşımayı arzuluyorlardı. Başörtüsünü zihinsel ve ahlaki bütünlüğü içinde, Müslüman kadının kimliğinin tezahürü olarak görüyorlardı. Yıllarca yaşanan mağduriyetler, çekilen acılar, ödenen bedeller anlatmakla bitmez.
Yasaklar, AK Parti’nin iktidara gelişinden 12 yıl kadar sonra aşama aşama kalktı. Müslüman kadınların bir kısmı kendilerini dışlayan kesimlere karşı 'Müslüman kadın her yerde olmalı' tavrı içine girdi. Karşı cenaha yönelik reaksiyonel bir tavır alınırken, mahremiyet sınırlarının nasıl korunacağı unutuldu. Artık kendisini ötekileştirenlerden rövanş alma zamanıydı. Kamusal alana giren Müslüman kadının tesettürü başörtüsüne kadar düşünce, 'zihinsel ve ahlaki bütünlük' de düştüğü yerden buharlaşıp gitti. Onun yerini modanın ürettiği giyim tarzlarıyla birlikte pazarlanan yeni kimlikler aldı. Kamusal alanın Müslüman kadını yasaklar kalktığından beridir karşı cenahı ürkütmeme derdinde. Onu kim ayıktırır bilinmez ama, o artık ne asrısaadetin hayallerini taşıyor, ne de İslam’ın geleceğine dair bir derdi sahipleniyor.