• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Kürt dindar kesimlerin, özellikle de Müslüman aydın, yazar- çizerlerin, temsiliyetlerin; Kürt olmayan mütedeyyin kesimlerin tavır almalarına, milliyetçilik ithamlarına, dışlanmalarına, devletlerinin ve sistemlerinin hışmına maruz kalmamak için Kürtler hakkında konuşmamaları, ya da cılız ses çıkartmaları; Kürt meselesi konusunda onları oldukça zayıf bırakmaktadır. Olumlu, barışçıl, kardeşçe rol üstlenmelerini güçleştirmektedir. Hatta her iki kesim tarafından da yok sayılmaktadırlar. Kürt mahallesinde artık Müslüman temsiliyetin değersizleştirilmesi, neredeyse sıfıra yaklaştırılması bunun bir sonucudur. Bu durum da aslında Batı’nın Kürtler hakkında hedeflediği ve projelendirdiği bir sonuçtur. O yüzden Kürtler, pkk gibi seküler, din karşıtı ya da milliyetçi demokrat kesimlere adeta yönlendirilmektedirler. Geçmişte egemen kesimlerin seküler, laik cenahlarının Kürtlerin İslami mütedeyyin oluşumlarının üzerine saldırtılması bilinçliydi. (Şeyh Said, Bediüzzaman Said Nursi, Molla Selim, Şeyh Esat Erbilli, Ferzende Bey, Seyit Rıza gibi hadiseler bunun örneği ve ispatıdır ). Dindar kesime baskılar Kürtleri din alanından uzaklaştırdı. Son dönemde ise milliyetçi, muhafazakâr, mütedeyyin kesimlerin Kürtlerin karşılarına çıkartılması ya da çıkmaları, Kürtleri din karşıtı bir cepheye zorlanmalarına yönelik hesaplar içerdiğini göstermektedir. (Ulusal ve sosyal medyadaki yorumcular, analistler, konuşanlar takip edilirse konu daha da anlaşılır.)  Türklere yönelik; Kürtlerin topyekûn olarak PKK’ya yükseltgenip hedef gösterilmesi, Kürtlere yönelik ise tüm Kürtlerin PKK’ya indirgenip dövülmek istenmesi, mevcut durum ve gidişatı sonuç vermiştir. Bu durumlara şahit de olmuşuzdur, maruz da kalmışızdır. Konuya dönecek olursak;

Osmanlı imparatorluğu; Tanzimat fermanı (1839), Islahat Fermanı (1856), 1. Meşrutiyet (1876- Jön Türkler), 2. Meşrutiyet (1908- İttihat ve Terakki) ve nihayet Cumhuriyet (1923) dönemlerinde bünyesinde bulunan diğer İslam milletleri ile beraber hızlı bir batılılaşma sürecine, dolayısıyla da İslam’dan uzaklaşma sürecine girdi.

Kürtler ise Türklerin Anadolu’ya geliş tarihi olarak bilinen Malazgirt savaşı (1071) sürecinde Hezbani Kürtleri (906), Şeddadiyan (951), Rewwadiyan (1059), ve Merwaniyan (991) İsmi ile dört ayrı Devlette dört farklı coğrafyada yaşamaktaydılar. Müslümanlaşma süreçlerini tamamlamış, fakat Mezhepleşme süreçlerinde bunalım ve sorun yaşıyorlardı. Kuzey İran’da (Deylem’de) Kürtlerin İslam’la tanışma süreçleri, özellikle Emeviler döneminde kaçıp Kürtlerin arasına karışan Ehl-i Beyt taraftarları nedeniyle ağırlıklı olarak Alevilik eğilimindeydi. Şii Kürt Büveyhi Devleti, bunun en iyi örneğidir. Öte yandan aslen Hemedan’lı bir Kürt olan Eba Müslim Horasani’nin, Emeviler karşısında Abbasî ihtilalini gerçekleştirmesi ve Sünni bir Hilafetin başa gelmesini sağlama sürecinden sonra Şafiilik neredeyse Kürtlerin başat mezhebi oldu.

1500’lü yıllara gelindiğinde özellikle Şah İsmail ve İran’ın Kürtler’e Şiilik baskısı, Kürtleri Osmanlı’ya yaklaştırdı. 1514 yılında İdris-i Bitlisi’nin çabalarıyla, Amasya mutabakatı olarak bilinen bir sözleşme ile Kürtler gönüllü olarak Osmanlı’ya katıldılar. 

Osmanlı’nın yukarıda sıralanan batılılaşma süreçlerinde; dini hassasiyetleri nedeniyle Osmanlı’ya katılım sağlayan Kürtlerde her seferinde bir rahatsızlık uyandırdı ve bu batılılaşma süreçleri karşısında isyana varan karşıt tavır ve tutum sergilediler. Batılılar da, Kürtlerin batı karşıtlığı nedeniyle onlara karşı olumsuz bir tavır içine girdiler. 

Birinci Dünya Savaşı ve Lozan’dan sonra batılılar İngiltere öncülüğünde Osmanlı’yı parçaladılar. “Self determinasyon” - Ulusların kendi kaderlerini kendileri tayin etme paradigmasıyla hemen hemen her millet için bir devlet öngörüldü. Sırplar, Bulgarlar, Yunanlar, Araplar, Ermeniler, devlet sahibi olarak Osmanlı’dan ayrıştırıldı.

Fakat sıra Kürtlere gelince; KÜRTLERİN ÜMMETÇİ YAPILARINI AŞIP ULUSLAŞMA SÜREÇLERİNİ TAMAMLAMADIKLARI GEREKÇESİ İLE (!!!)  adeta  cezalandırılırcasına dört parçaya bölüştürülüp  Türkler, Araplar ve Farslar arasında (Türkiye, İran, Suriye ve Irak) taksim edildiler. Bu anlamda Kürtlerin bölücülüğünden değil, bölünmüşlüğünden bahsedilebilir. Güya bu bölünme ile Kürtlerin milliyetçilik duyguları gelişecek ve uluslaşma süreçlerine gireceklerdir. Bunun için de yüzyıllık bir süreç biçilmiş. Gerçekten de geçen bu yüzyıllık süreç içerisinde Kürtlerin, Türkler, Farslar ve Araplar ile ilişkileri büyük trajediler içermiştir.

İran’da Mahabad Kürt Cumhuriyetinin yıkılışı ve Kadı Muhammed’in idamıyla adeta katliama varan bir Kürt baskılaması yaşanmış, sonuçları bugüne kadar uzanan ve Kürtlerin hak- statü talebine karşı İran devletinin idamlarla cevap verdiği bir süreç başlamıştır.

Irak’ta ise Şeyh Abdussamet Barzani ve Molla Mustafa Barzani süreçleriyle kan, gözyaşı, sürgün, katliamlarla süren, Saddam Hüseyin’in Enfal - Halepçe katliamları soykırımla eş değer bir zirveye ulaştı. Amerika’nın Irak’ı işgaliyle bir Özerk Kürt bölgesi kurulduysa da; çevresel tehditler ve maruz kalınan iç çekişme ve sorunların tehdidi halen sürmektedir.

Türkiye’de de, Cumhuriyet sürecinde Şeyh Said olayları, Dersim, Zilan, Sason hadiseleri ve PKK’ya ihale edilen süreç ile Kürtlerin bir statü arayışı, Devletin de zaman zaman “Çözüm süreci” “Barış ve kardeşlik süreçleri” gibi isimlendirmelerle sorunu sonlandırma arayışları süregelmektedir.

Suriye’de Kürtlerin tüm varlıkları yok sayıldığı gibi, Kürtlere mülteci statüsü bile çok görüldü. Kimlik, tapu, ruhsat gibi resmi belgelerin verilmesi yasaklandı. Bir Kürt sahip olduğu evin tapusunu bir Arap üzerine yapmak zorundaydı. Bu şartlarda bugüne ulaşan Kürtlerin defakto olarak Suriye’de ortaya çıkan bu durumu, tekrar eski haline döndürülmek istenmektedir. (pkk-pyd’nin de Suriye’deki iç olayların ortaya çıktığı süreçte diğer Kürtlere yaptıkları, Esat rejiminin yaptığından farksız, hatta daha da fazlaydı. Bunun da kabul edilirliği ve sürdürülebilirliği olamaz.)

Ermenistan’da Kürtler din değiştirmeye zorlandı. Arazilerine kamulaştırma adı altında el konulup gasp edildi. 50.000 Kürd zorla tehcir ettirildi. (Uluslararası İnsan Hakları Örgütleri konuyla ilgili raporlar hazırlayıp durumu belgelediler.) (Azerbaycan ve Ermenistan arasında çatışmaya konu olan Dağlık Karabağ bölgesi esasında Kürt bölgesidir, Kürtler hâlen yaşamaktadır. Lâçin özerk Kürdistan’ı halen varlığını devam ettirmektedir. Azerbaycan’da da halen büyük bir Kürt nüfus yaşamaktadır. Bugünkü Aliyev ailesi de Kürt’tür. Fakat Azerbaycan’da asimilasyon oldukça revaçta ve büyük bir Kürt nüfusu asimile olmuş durumdadır.)

Kısacası son yüz yılda bu gibi süreçler tam da Batı’nın planladığı gibi Kürtlerin arasında “milliyetçiliği”  ve “kurtuluşun Batı taraftarlığında” olabileceği düşüncesini sonuç verdi. Öyle ya Osmanlı’dan ayrılan bütün devletleri, Arap devletlerini, ha keza Pakistan, Afganistan gibi Asya’daki devletleri hep Batı tanzim etmemiş miydi? Sonradan zuhur eden Kürt milliyetçileri de; Müslüman Kürtleri kınayarak;  “Zamanında diğer milletler gibi batı taraftarlığı yapılsaydı devlet sahibi olunurdu” düşüncesini işlemeye başladılar. Bu mesnetsiz propagandalarında başarılı oldular ki bugün her seçimde özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde DEP gibi sol, seküler, batı hayranı partiler, büyük ara fark ile kazanabilmektedirler. Yani bu gibi yapılar Kürt meselesinin “sebebi” değil bilakis “sonucudurlar.”

Bugün gelinen noktada yine batı devrede… Bu sefer de güya Kürtleri devlet sahibi yapma gerekçesi ile diğer Müslüman halklarla karşı karşıya getirmektedir. Asla samimi değildir. Ajandası ve kafasındaki tilkiler çok farklıdır.

Oysa çözüm o kadar açık ve berraktır ki, burada yapılacak olan İnsani ve İslami bir empatidir. Kendin için istediğini Müslüman kardeşin içinde istemen, kendine layık görmediğini, Müslüman kardeşine de laik görmemendir. Türkler, Araplar ve Farslar; Batı’nın, İngiltere ve Amerika’nın karıştırmasına fırsat vermeden kendileri her ne hak sahibi iseler onları Kürtlere de sağlamak suretiyle bu soruna çözüm bulabilirler.

Bir Müslüman Rehberin tarihe not düştüğü gibi “Eğer ümmet deniliyorsa, Müslüman Halklar devletten ziyade ümmet olmalı, yok eğer devlet deniliyorsa, Kürtlerin de devlet sahibi olma hakkı vardır.”

Suriye’de ortaya çıkan durumda, Irak’taki gibi Kürtlere hakaretler savrulup yok sayılmaları için her yola başvurulması iyi bir netice vermez. Özellikle bazı televizyon programlarında sözde sağ –muhafazakar, dindar geçinen yorumcuların şark kurnazlığıyla Kürtleri PKK’ya indirgeyip her türlü muameleyi meşrulaştırmaya çalışmaları ya da aynı şekilde PKK’yı bütün Kürtlere teşmil edip amaçladıkları sonuca yürümeleri; onlara da Kürtlere de hiçbir fayda sağlamaz. Hatta zarar getirir.

En basitinden bir kardeş muamelesi olarak Türkiye; (Beraber yaşadığı ve kader birliği yaptığı Kürtleri de göz önünde bulundurarak); Irak’taki Türkmenler, Suriye’deki Türkmenler, Azerbaycan’daki Türkler, Kıbrıs’taki Türkler, Bulgaristan’daki Türkler, Yunanistan’daki Türkler, Orta Asya’daki Türkler, Doğu Türkistan’daki Türkler için ne düşünüyorlarsa, onu Kürtler için de düşünmeleri ya da Kürtlerin de bu şekilde düşünme haklarının olduğunu kabul etmeleri, çözümü de kendiliğinden ortaya çıkarır. Bu Arap ve Farslar için de geçerlidir.