“Allah’a iman” konusu ve cemaatler!
Geçenlerde sohbet ettiğim bir arkadaşın ıstıraplı hali ve onun anlattıkları hem dikkatimi çekmiş hem de bunun alt yapısını irdelemek istedim. Zira anlattıkları içler acısı bir tabloyu resmediyordu. Kendisinin anlatımıyla; “üç tane oğlum var ve üçü de İslami dava içerisinde büyümüş ve üçü de kocaman adam olmuşlar. Kendilerini İslami dava konusunda aidiyet ve orda konumlandırmalarında bir sıkıntı yok. Hatta kendileri, İslami davaya sözlü bir saldırı veya hakarette canları pahasına müdahale edebilirler ve bundan geri kalmazlar. Fakat garip olan bu üç oğlumdan ikisi namazı bıraktılar. Şu an namaz kılmıyorlar…”
Son “namazı bıraktılar” cümlesi kafamda zonkladı. İslami bir hareket içerisinde büyüyen ve küçük yaşlarda hem ailesinden hem de çevresinden beslenen bu kişiler nasıl olur da namazı bırakabilir? Bunun ciddi manada irdelenmesi gerektiğini düşündüm. Cemaatlerde “Allah inancı” ne kadar işleniyor? İman konusunda, fertleri etkileyecek kadar bir alt yapı oluşturulmuş mu? Bu konuda ne kadar hassas davranılıyor, diye sormak gerekir.
Şeriatlar konusunda Peygamberlerin uygulamalarında farklılıklar var; ama hepsinde değişmeyen tek kural “tevhid” meselesidir. Yani Allah inancıdır. Onu hakkıyla insanlara tanıtma sorumluluğudur… Dolayısıyla günümüz İslami hareketlerde de değişmeyecek ve geri planda bırakılmayacak çalışmanın özü “Allah inancı” olmalıdır. Bu taklidi bir inanç değil, tahkiki bir inancı sağlayacak bir çalışma şeklinde olmalıdır. Bu çalışmalarda yüce Allah’ı anlatan akli, nakli ve afaki delillerin sunumu baş tacı edilmelidir. Bu çalışmalar ıskalanıp tali bir mesele gibi bakıldığında, belki davaya bağlı; ama Allah’a bağlı olmayan bir nesil çıkabilir ki, bu felakettir. Hele günümüz şartlarında gençleri uğraştıracak binlerce malzeme varken bu konunun tali bir mesele olarak geri planda bırakılması tam bir felaket senaryosudur. Lakin zaman imanı kurtarma zamanıdır. Ve birlikte hareket etme zamanıdır. Bu konuda güçlerini birleştiren neferlerin “cemaat” olgusu içerisinde “Allah inancını” kalplere nakşetmek adına söz konusu çalışmayı temel ilke edinmelidir.
Unutmayalım ki, “ehem” olana öncelik verilmelidir. Bu konuda üstad Bediüzzaman’ın “Allah inancını” öncelemesi bu tehlikeyi gördüğündendir. Hatta ikinci dünya savaşında her tarafta ecnebi devletlerin ülkeye saldırmaları konuşulurken, kendisinin “Allah’a iman” konularını anlatması talebelerinin dikkatini çekmiş ve merak içerisinde; “Üstadım, farklı bir tehlike mi var ki kapıdaki savaştan söz etmiyorsun” diye sorduklarında, evet “imanı kaybetme tehlikesi var” şeklinde cevaplamıştır.
Sonuç olarak; tüm İslami hareketler “Allah’a iman” meselesini tali bir mesele olarak ikinci plana atmamalıdır. Bilakis çalışma şekillerinde ve çalışma önceliklerinde “Allah’a iman” konusunu temel konu olarak işlemelidir. Yoksa davaya hizmet edip “Allah’a iman” konusunda zayıf olanlar “ibadetsiz mücahitler” olur ki bunun hiçbir kıymeti yoktur… Değerli dostumun anlattığı ve mustarip olduğu konu tam da bu noktaydı.