Geçtiğimiz hafta sonu Kadın ve Aile Başkanlığı olarak Ankara’da Son Kale Aile temalı bir panel düzenledik.
Panelimizde değerli katılımcılar tarafından aile kurumunun önemi, aileyi kuşatan tehlikeler ve çözüm yolları konuşuldu. Evet, ailemiz birçok tehlike tarafından kuşatılmış ve savunmasız bir şekilde yapayalnız bırakılmış. Tam olarak ayakta kalma direncini gösterebilen aileler ise, İslam dininin ve ondan beslenen geleneğin etkisi sebebiyledir. Ancak bu aileler, bir kale gibi huzurun, merhamet ve sevginin sığınağı olma rolünü yerine getirebiliyorlar.
Aile kurumu, ancak İslam’ın her bir ferde yüklediği sorumlulukların hayata geçirilmesi ile korunabilir. Çünkü İslam yeryüzünün tek dengesidir ve adaletin ta kendisidir. Her bir ferde yükümlülüklerini yüklerken, o ferdin fıtri kabiliyetlerini, ruhsal yapısını ve farklılıklarını esas alır. Siz bir buzdolabını çamaşır makinası gibi kullanmaya kalkarsanız randıman alamazsınız. İkisinin de mahiyeti farklıdır. Onları tasarlayanlar belli bir amaca hizmet etmeleri için tasarlamışlardır. Adalet, bu aletlerin tabiatları üzerine kullanılmalarıdır.
Küçük bir alem olan insan ise çok daha ulvi vazifeleri yerine getirmek üzere yaratılmıştır. Bu ulvi vazife Allah’a kul olmaktır. ‘Biz cinleri ve insanları yalnızca bize ibadet etsinler diye yarattık’ (Zariyat:56) Yüce Allah insanın kulluktaki tekamül yolculuğu aile içerisinde gerçekleşsin diye kendi cinsinden insana eşler yaratmıştır. “Huzur bulasınız diye kendi cinsinizden eşler yaratması, aranızda sevgi ve merhamet var etmesi O’nun varlığının delillerindendir” (Rum:21)
İnsanoğlunun tam anlamıyla duygusal bir tatmine ve huzura kavuşabileceği tek mekandır aile. Bunun sağlanabilmesi için ise eşlere düşen sorumluluk ve haklar var. Her bir eşin sorumluluğu tıpkı az önce verdiğimiz örnekteki gibi, eşitlik nosyonuyla aynileştirilemez, eşler birbirleriyle rekabete sokulamaz. Dengeler alt üst olur. Ancak kadının kadın olarak, erkeğin erkek olarak kalması ve doğuştan gelen vasıfların korunması sayesinde ailede bütünlük ve uyum sağlanabilir. İşte İslam'ın gerçekleştirmek istediği bu denge sistemleştirildiği, referans alındığı takdirde sonlar en aza indirgenir.
Maalesef ki aile kurumu kadını kadın, erkeği de erkek olarak kabul etmeyen, yeniden ve tabiatına aykırı bir şekilde kurgulayan Toplumsal Cinsiyet odaklı feminizmin yönlendirmeleri altında. Bu ideoloji merkeze alınarak, eşitlik nosyonuyla aile fertleri birbirlerine karşı kışkırtılıyor, ayrıştırılıyor ve yarıştırılıyor. Bu sayede Batıda nerdeyse aile diye bir şey kalmadı. Çünkü aile fertlerini birbirine bağlayacak her bağı kopardılar. Bağlar kopunca huzurun ve sekinetin kol gezmesi gereken mekanlar, şiddet ve çatışmaların üretildiği mekanlara döndü.
Ülkemizde de Batının dayattığı bu Batılı feminist paradigma, Aile Politikalarının merkezine alınmasıyla birlikte, Batılıların 150 yılda yaşadığı tahribatı, 60 yıl gibi bir hızla kat ettik. Ak Parti hükümeti, 20 küsür yıllık iktidarlığında birçok aile bakanı değiştirdi, fakat bu paradigmayı değiştirmediği için tahribat hızla artmaya devam ediyor. Bundan acilen vazgeçilmeli, eşleri, çocukları, aile büyüklerini fıtri, insani, ahlaki olarak konumlandıran Aziz İslam dini referans alınmalıdır.
Sorun yaşayan eşler için, Yüce Allah’ın öngördüğü çözüm yöntemi olan ‘aile arabuluculuğunun’ bugün Avrupa’nın bazı ülkelerinde uygulanmaya başlanması İslam'dan başka reçetenin kalmadığının da ispatıdır. Sorun yaşayan ailelerin başvurabileceği ya da boşanmak için mahkemeye başvuran ailelerin yönlendirilebileceği bu mekanizmanın iki fonksiyonu var. Birincisi eşler arası sorunların masaya yatırılması ve etraflıca değerlendirilmesi, eşlere yol gösterilmesi sayesinde birçok ailenin kurtarılmasına vesile olması, ikincisi ise barışmayan eşlerin çatışmaksızın, şiddeti ortadan kaldıracak şekilde boşanabilmelerinin yolunun açılmasıdır.
Şu yeryüzünde Yüce Allah’ın kanunlarının yerini tutabilecek bir nizam daha kurulamamıştır. Son kalemiz olan aile ancak İslamla kurtulur.