Evlatlarımız ve öğrencilerimiz, okula adımını attığı günden itibaren soru, test ve sınav denilen karanlık ve meçhul bir tünele giriyor. İlkokulun ortalarında başlayan bu zorlu ve mecburi süreç, 15-20 yıl sürüyor. Güzergâh karanlık, meçhul ve zorunlu bir tünel olduğu için çocuk, ergen ve genç günlerinin diğer yollarını, güzergâhlarını, koşmasını, yorulmasını, dinlenmesini, kendini tanıyacak fırsatları, kabiliyetlerini ortaya çıkaracak zemini ve düşüncesiyle şahsiyetini şekillendireceği bir ortam ve imkân bulamıyor.
15-20 yıl boyunca önü karanlık, sağı solu karanlık ve yolu hep sınav denilen tünellerle örülmüş bir nesil… Sınavlarla önüne sürülen dersler, güncel hayatta pratiğinden istifade edilmeyen dersler; öğrendiği, ezberlediği bilgiler ise varlığını sınav anına kadar ancak koruyan ve sınavlardan hemen sonra esamisi bile zihinde okunmayan bilgilerdir.
Bir bilgisayara yüklenen program gibi öğrencilere robot muamelesi yapıp hepsine 12 yıl boyunca aynı tek tip bilgileri öğretmek akıl karı mıdır?
Farklı yeteneklerle donanmış evlatlarımızı zorunlu bir eğitimin kucağında aynı dersleri öğrenmeye maruz bırakmak akıl karı mıdır?
Sayısal yönü sözelle köreltmek, sözel yönü sayısal algıya mağlup ettirmek, resim ve müzik gibi yetenekleri ‘boş uğraş!’ sözüyle boğmak kime yaradı ve yarayacak?
Biz bize benzeriz, kabulü içinde her çocuğu ve genci bir okul/sınav trenine bindirip hayatın diğer uğraşlarından ve imkânlarından onu mahrum bırakmak ne kadar doğrudur?
Her birimizin evinde tek tip, aynı düşünen, tepkisiz, robot gibi aynı talimatlara tepkili/tepkisiz, düşünme ufku ancak ezber sınav bilgileriyle dolu, manevi yönü eksik ve ahiret sınavını hiç aklına getirmeyen birkaç evlat/birey yok mu?
Böyle olunca ‘torpil, kayırma, haksızlık, mülakat ve hırsızlığın’ içine ve her tarafına dadandığı sınavları iptal etmek neyi çözmüş olur?
Ey yetkililer ve etkililer vazgeçin evlatlarımızı sınavlarda bitmiş tükenmiş koşu atlarına çevirmekten!
Rol modellik içeren, pedagojik yönü güçlü, denetimi sağlam, manevi yönden destekli ve yeteneği öne çıkaran bir eğitim sistemiyle bizi de evlatlarımızı da, kendinizi de kurtarın!
…
Yine bir Muharrem… Yine Kerbela gözlerimizin önünde ve sözlerimiz onunla anlamlı… Yeni bir Kerbela Filistin’de yaşanmakta…
İsrail, iki adım ilerler. Tepkiler gelince bir adım geriler. Neticede 76 yıldır hep aynı oyun ve aldatmayla o ilerlemekte, o güçlenmekte… Ramazan, Kurban ve Muharrem gibi yanımızda kıymetli zaman dilimlerinde kırmızı görmüş boğa gibi azgınlaşır, zulmünü artırır, bir yerleri bombalar, çoluk çocuk katleder, Mescid-i Aksa’ya giriş çıkışları yasaklar, günlük hayatı Gazze’de daralttıkça daraltır, daha da ileri gidip masum sivil halka ateş açar.
Bize gelince bunlarla ilgili haberleri izleriz, üzülürüz, sonra kınarız, derken lanetleriz ve daha sonra hiçbir şey… ‘Güllük gülistanlık’ hayatımıza geri döneriz.
Çoğumuz belki haklı, belki de avunmuş bir savunu içine girer:
“Ne yapabilirim ki, sınırları aşmaya gücüm yetmiyor, silahım yok, imkânım yok, ben öğrenciyim, ben memurum, ben tek başımayım. Ben ben… Biz biz…” deriz.
Belki bunlar hepsi doğrudur, gerekçedir; ama artık kınamak ya da boykot etmek yetmiyor. Birçoğumuz kendimizi bildik bileli israil’i kınıyor, mallarını boykot ediyor, kendi çapımızda bir şeyler yapıyoruz. Elbette bu önemli bir mesaj, duruş ve başkaldırıdır. Kanaatimce meseleye basit ve eksik yaklaşıyoruz. Kızmak, yok saymak, kınamak, silip atmak ve lanetlemek çok kolay. Mühim olan zamanlı ve kısmen değil sürekli ve dik bir duruşla süreklilik arz eden bir tepkisellik oluşturmalıyız. Peygamber Efendimiz aleyhisselam Medine pazarını elinde tutan Yahudileri boykot etmemiş, onları kınamamış; aksine onların işgüzarlığına, hilekârlığına ve düşmanlıklarına karşı alternatifler üretmiş. Pazar kurmuş, onların dilinden anlayacak ve onları etkisiz bırakacak diplomasiler gerçekleştirmiş, anında tavır koymuş ve nihayetinde onları caydıracak güç oluşturmuştur.
80 Müslüman ülkeye karşı bir israil çetesinin, 2 milyar Müslümana karşı 6-7 milyonluk işgalci bir kitlenin kafa tutmasını, horozlanmasını, gücü elinde tekel ve tehdide dönüştürmesinin izahını mahşer gününde yapmak zor olsa gerek. Birimizin on, onumuzun yüz ettiği günlerden 333 kişimizin bir edemediği günlere evrilmenin çetelesini iyi tutmak lazımdır.
İsrail’in fikir babası Theodor Herzl, ilk israil bayrağını 7 yıldız olarak tasarlamış. Bu şu demektir: ‘Ey Yahudi, haftanın her 7 günü en az 7 saat çalış!’
İnsana ancak çalıştığı vardır, ayeti önümüzde bir pusula gibi durmalı değil miydi?
Kınadığımız, kızdığımız, lanetlediğimiz, boykot ettiğimiz düşman kadar çalışmıyorsak durup kendimizi yeniden sorgulamalı değil miyiz?
Kınamak; sadece dille, yazmakla, sanal medya mücahitliği yapmakla olmaz. Bilmek lazım ki kınama, telin ve boykotlar ancak izzetli duruşumuzla, yorulmayı unutmuş çalışmalarımızla, ümmeti amasız lâkinsiz saran sevgi dolu yüreğimizle, mümince davranışlarımızla sonuç verir.
Nuru tamamlayacak olan Allah’tır. Biz ise zaferden değil seferden sorumluyuz.