Bir problem, sorun veya hastalık olduğu zaman çoğu zaman çözüm ve tedavi adına çok şey söyler ve yazarız. Bugün Müslümanların ciddi problem, sıkıntı ve zorluklarının olduğunu biliyoruz. Dünyevileşme, ahlaki aşınma, korku, yenilgi, geri kalmışlık ve bezginlik bu problemlerden güçlü birkaç problemdir. Benzeri problemlerin tarihimizde de çokça örnekleri var. Aşağıdaki hikaye bu problem ve muhtemel çözümlere dair nice ders ve ibret içermektedir. O zaman, tarihe doğru bir seyir içinde gelin hepimiz payımıza düşen hisseyi birlikte alalım:
“Meşhur Moğol hükümdarı Hülagu’yü hepimiz biliriz. Tarihin en zalim ve gaddarlarından biri olan Hülagu, komutasındaki çapulcu Moğol ordusuyla Bağdat’a girdiğinde taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmaz. Bağdat’tan geriye kalan görüntü sadece; yağma, yıkım ve katliamdır. Bağdat kuşatması ve katliamı günlerinden bir gün Hülagu karargâhında kibirlice oturmuş bir halde Bağdat’ın en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir. Bu haber karşısında Müslüman âlimler korku ve endişeye kapılırlar. Öldürülmek endişesiyle kimse bu davete icabet etmek istemez. Kadıhan isimli bir âlim cesurca öne çıkar, Hülagu’nun davetini kabul ettiğini ve onunla görüşmeye gidebileceğini söyler. Herkes, hayretler içindedir. Kadıhan, boy olarak ufak tefek biri ve henüz sakalı bile bitmemiş bir gençtir. Diğer âlimler, kendi korkuları içinde onu gitmekten vazgeçirmeye çalışsalar da Kadıhan, gitmeye kararlıdır. Çünkü o, zalim hükümdarın karşısında hakkı haykırmak gerektiğine inanan ve izzetin ancak zillet elbisesinden sıyrılmakla geleceğini bilen bir âlimdir. Kadıhan’ın bu cesareti, Hülagu’nun şerrinden korkan ulema sınıfını rahatlatır.
Kadıhan, orada bulunanlardan kendisine bir deve, bir keçi ve bir de horoz temin etmelerini ister. Kimse, Kadıhan’ın bu üç hayvanı ne yapacağını kestiremese de içlerinden biri ona istediği hayvanları getirip verir. Kadıhan, bu üç hayvanla birlikte Hülagu’nün çadırına gider, hayvanları çadırın dışında bırakır ve huzura çıkar. Kadıhan, önce kendisini tanıtır ve Hülagu’ya kendisiyle görüşmek üzere geldiğini söyler. Hülagu Han, bu zayıf ve cılız genci tepeden tırnağa süzer. Onu, kafasında tasarladığı âlim tipleriyle uyuşturamaz. Bu genç, bildiği âlimlere benzememektedir. Öfke, kibir ve alayın iç içe girdiği bir ses tonuyla: “Bana göndermek için bula bula seni mi buldular. Gönderecek başka birini bulamadılar mı?” diye sorar. Kadıhan da iman, kararlılık ve izzet dolu bir duruşla gayet sakin bir şekilde: “Emir verin, getirdiğim hayvanları içeri alsınlar. Cevabımı ona göre vereyim.” Der. Hülagu’nun kızgınlığı ve şaşkınlığı artmış bir halde “Alın, şu hayvanları içeri!” diye emir verir. Üç hayvan çadıra alınınca Kadıhan sözlerine devam eder:
“Ey hükümdar, âlimlerimizle görüşmek istemişsin. Görüşmek için aradığın iri yarı, boylu poslu biriyse sana bir deve getirdim. O sana yeter. Yok, görüşmek için aradığın sakallı ve yaşlı biriyse sana bir keçi getirdim. Keçi, buna fazlasıyla layıktır. Yok, görüşmek için aradığın gür sesli biriyse o zaman al sana şu horozu! Üçü de huzurunda durmaktalar. Onlarla istediğini görüşebilirsin!”
Hülagu, karşısındaki genç âlimin sıradan birisi olmadığını anlar. Onun hikmet, cesaret ve bilgi kaynağından süzülen sözlerinden etkilenir ve ona “Şöyle otur bakalım!” diyerek yer gösterir. Kadıhan’a ilk olarak şu soruyu sorar: “Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir?” Kadıhan gayet sakin bir şekilde cevap verir: “Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki, mal, mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenab-ı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi” der. Hülagu, bu cevap karşısında ne diyeceğini bilemez ve hemen ikinci sorusunu sorar: “Peki, beni buradan kim gönderebilir?” Genç âlimin cevabı yine İbrahimvari bir cevaptır: “O da bize bağlı. Benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın!”
Bütün zalim, katil, emperyal ve kan içici güçlerin topraklarımızda dur(a)maması için her birimiz birer Kadıhan olmalıyız. Ötesi ancak ‘gaza bas zillet!’ olur.