İnsanlığın tekâmülü için gitmeleri gereken yolu gösteren yüce Rabbimiz her çağın ihtiyacına yönelik yol işaretlerini vahiy aracılığı ile kullarına iletmiştir. Peygamberlerin rehberliğinde bu mesajlar doğru bir şekilde aktarılmış fakat sonradan gelen nesiller bu mesajları ya anlayamamış veyahut unutmuşlardır.
Bu bağlamda; ‘Oku’ emri ile başlayan bir dinin mensupları olarak okumaya verdiğimiz önemi tartışmanın yerinde olacağı kanaatindeyiz. Bilgi çağı olarak adlandırılan çağımızda, Müslümanların bu konuya yeterince ehemmiyet vermemeleri gerçeği maalesef günümüzde İslam’ın yeteri kadar doğru anlaşılmadığının kanıtıdır.
İlk Müslümanların ‘Oku’ emrini nasıl anladıklarını siyer kaynaklarından öğreniyoruz. Özellikle savaş esirlerinin on kişiye okuma yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakılması okuma yazma oranlarının arttırılma çabasına örnek olarak tarihe kaydedilmiştir. Daha sonraki dönemlerde Müslümanların fethettikleri yerlerdeki ilim‑irşat faaliyetleri kapsamında açtıkları medreseler pek çok alimin yetişmesine vesile oldu. Bu alimlerin yazdıkları eserler kendi yaşadıkları dönemdeki toplumların problemlerine çözümler sunmak için yazılmış ve o dönemdeki Müslümanlar bunlardan istifade etmişlerdir. Günümüze kadar muhafaza edilip birçok dile çevrilmiş olan bu eserler hala da okunmaya devam etmektedir.
Batının karanlık çağ diye nitelediği bu dönem aslına bakılırsa sadece kendi coğrafyalarındaki cehaleti ve geri kalmışlığı temsil etmektedir. Kilisenin ilmi ve bilgiyi kendi tahakkümü altında tutma çabası ve gelişmeye karşı katı duruşu batılı zihinlerde din ile bilginin iki zıt kavram gibi yerleşmesine sebep oldu. Hâlbuki; onların karanlık diye adlandırdıkları dönem Müslümanların ilmi çalışmaların zirvesinde olduğu dönemlerdir.
Haçlı seferleri esnasında, Endülüs’teki İslam medeniyetinin geldiği noktaya şahit olan batılılar, Arapça eserleri Latinceye çevirerek bunlardan istifade etme yoluna girdiler. Batının aydınlanma süreci bu tercüme faaliyetleri sonrasında başlamış oldu.
On yedinci yüzyılda Osmanlının gerilemeye başlaması ile öne çıkan yeni bir batılılaşma temayülü Müslümanları batı hayranlığına ve bunun tezahürü olarak şekilci taklide sevk etti. Günümüzde ise roller tamamen değişmiş durumda; onlar geçmişten aldıkları dersleri tecrübeye dönüştürüp ilerlerken, Müslümanlar geçmişle bağlarını koparmış sadece batının ürettiklerini tüketmekle meşgul.
Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu tarihsel veriler, vahiyle başlayan okuma sürecinin zamanla Müslümanların bu emri unutması veya yanlış anlaması sonucu (zira bazıları ‘oku’ emrini salt Kur’an‑ı Kerim okumak olarak yorumladılar) geldiği noktaya dair çarpıcı gerçeklerdir.
Okumanın toplumsal tekamüle katkısı bir yana bireysel tekamüle de katkıları oldukça fazladır. İnsan okudukça zihnindeki sis bulutlarının dağıldığını ve ufkunun açıldığını fark eder. Okuma alışkanlığı kazanmış bir insanın okumaktan aldığı haz, başka hiçbir şeyden alınamayacak derecede kişiyi mutlu eder.
Okumayı, boş zamanlarını dolduracak bir araç gözüyle değil, ‘İki günü bir olan ziyandadır’ hadisi çerçevesinde zamanı kıymetlendiren ve iki günü bir olmaktan kurtaran bir eylem olarak görmeli ve bu düşünce ile okuma yapmalıyız.
Bu anlayış çerçevesinde okumaya verdiğimiz önem, okumayı hayatımızın bir parçası haline getirmemize vesile olacaktır. Hayatın parçası olan okuma anlayışı ise toprağa atılan bir tohum gibi gelişip büyüyecek ve bereketlenecektir. Bireysel çabaları asla küçük görmemeli, her zaman geleceğe dair ümitvâr olmalıyız…
Selam ve dua ile…